İttihatçılar tarafından içine sokulduğumuz I. Dünya Savaşı (1914-1918) sonrası günlerindeyiz..
O dönemin ve sonrasının olaylarını Halide Edip Adıvar, Türkün Ateşle İmtihanı(*) kitabında günü gününe dile getiriyor.. Tarih bilgisi açısından, değerli yazarın anlattıkları çok önemlidir. Çünkü hemen hemen bu olayların pek çoğunun içinde bizzat yaşamış, gerçekleri dile getirmektedir.. O günlerdeki görevi ile o, Halide Onbaşıdır. Ben bugün, sözünü ettiğim kitabında Adıvar’ın anlattıklarını nakledeceğim. Böylelikle, hepimiz İstiklal Mücadelemize ait bilgilerimizi bir kere da tekrar etmiş olacağız.
İşte ünlü yazarın TÜRKÜN ATEŞLE İMTİHANI kitabından satırlar:
“Osmanlı İmparatorluğu çökmüştür.. 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalandı.. Müttefik kuvvetleri İstanbul’u işgal ettiler.. İşgal kuvvetleri Türk halkına çok kötü davranıyorlardı.. Söylentiye göre Senegalli askerler Türk kadınlarını ısırıyor, Türk çocuklarını kesip akşam yemeği olarak yiyorlardı..
.. Türk halkından kimsenin elinde silah yoktu.. Fakat Rum, Ermeni bütün hrıstiyanlara ise silah verilmişti. Bir Rum Tokatlıyan’ın önünde Hayri Paşa’nın oğlunu vurdu..
Türk basını Müttefiklerin sansürü altında olduğu için, bütün olaylar gazetelerde pek az yer alabiliyordu..
(SORUM: BUGÜNLERDE DE, BASINA UYGULANAN O ZAMANKİ SANSÜR BENZERİ BİR UYGULAMA YAŞIYORUZ, DESEK YANLIŞ MI OLUR HALİDE ONBAŞI?)
…Kilikya Fransızların işgali altında.. Antalya ve yöresi İtalyanların işgalinde.. Doğu Anadolu Ruslar’da.. Erzurum’da, Rus ordusunda yer alan Ermeni General Antranik, halkı göçe zorlayıp toplu ölümler yaptırıyor.
15 Mayıs 1919 İzmir de Yunanlılar tarafından işgal altına alındı..
İzmir’in işgalinden iki gün sonra Üsküdar Amerikan Kız Kolejinde, daha önce vermiş olduğum bir sözü yerine getirerek, konuşacaktım. Salon hınca hınç dolu idi.. Fransız ve İngiliz subayları da üniformaları ile dinleyiciler arasında idiler.. Hristiyan ve azınlık öğrencileri pek memnundu. Ben siyahlar giyinmiş küçük biri olarak merdivenleri tırmandım.. Söyleyeceklerimi hazırlamış değildim.
Karalara bürünmüş Türkiye gibi.. Yüzü sapsarı, omuzları çökmüş, elem içindeyim.. O gün o Halide, merdivenleri çıkarken, sonunun bir sahanlık değil, bir idam sehpası olmasını ve böylece inandığı kutsal amaç uğruna ölmeyi istiyordu.
Ertesi gün Türk Ocağı’ndan telefon ettiler.. “İzmir’in işgalini protesto etmek için bir miting hazırlıyoruz, hemen gel!” dediler.
Ocakta bütün gençler heyecan içinde idiler.. Gençlerden biri; “Cebimde 30 liram olsa hemen İzmir’in dağlarına çıkacağım..” diyordu. Dağlara çıkma isteği hepimizde vardı.. Ocak tarafından mitingler başlatıldı. İlkinde Fatih Belediyesinin önünde toplanmış halka ben de seslendim.. Sesim, karşımdaki Üç Şehitler anıtına çarpıp geri geliyor, böylece kalabalığa daha güzel duyuruyordu. Zaten ne söyledimse, karşımdaki kalabalığın gözlerinden ilham alarak söylüyordum.
İki gün sonra Tıp Fakültesi öğrencilerinin istekleri üzerine Kadıköy’de konuştum. Yağmurlu bir Cuma günü idi.. Adeta Fatih mitingini burada tekrar ettik.
Sonraki Cuma, 6 Haziran 1919’da Sultanahmet Mitingi yapıldı..
Sultanahmet’te Fuat Paşa türbesi sokağına girdim.. Kalbim o kadar atıyordu ki, beni götürenleri bilemiyordum ve yürürken sallanıyordum. Caminin şerefelerinde siyah bayraklar dalgalanıyordu. Caminin önünde siyah örtü ile kaplı bir kürsü vardı. Kürsünün önünde Wilson’un 12. Prensibi (Osmanlı İmparatorluğunda Türk unsurunun egemenliği sağlanmalı, azınlıkların gelişmeleri güven altına alınmalı..) yazısı vardı.
Askerler, kalabalığın 200 bin kişi olduğunu söylemekteydiler. İki yanımda dört süngülü asker vardı, beni kürsüye götürüyorlardı.
Kürsünün önüne geldiğimde vücudumun her zerresi elektriklenmiş gibi titreşiyordu. Minarelerden gelen sesler, kalabalıktan yükselen “Allah-u Ekber” sedalarına karışıyordu.. Bu seslerde, insanların kardeşliğini ve barışı anlatan İslam’ın ölmezliği vardır. Batıl inançlar ve dar görüşler İslamiyet değildir. Bu anlayışlı İslamiyet de, Türkiye de, benim zulme uğramış milletim de ebedidir..”
Halide hanım, demokratik esaslara bağlı gerçek bir Müslüman olarak, milletin duygusunu bu sözleri ile dile getiriyordu. Ve dinleyenlerinden, söyleyeceği şu esaslara bağlı kalacaklarına yemin etmelerini istedi:
- İnsanlık ve adalet hesaplarına bağlı kalmak,
- Hangi şartlar altında olursa olsun hiçbir kuvvete boyun eğmemek.
Binlerce ses bir uğultu halinde “Yemin Ediyoruz” diye cevap verdi.
… Halide hanım bu şekilde devam eden konuşmasını sonlandırıp kürsüden inerken, bir genç bir üniversiteli “Milletim, zavallı milletim..” diye bağırıp hıçkırmaktaydı.
Kürsünün merdivenlerinde oturan sakallı bir adam da, gözlerinden yaşlar akarak, Halide Hanımın ellerine sarılmıştı. Halide hanım, da ağlıyarak; hocaya: “Git dua et..” diye seslendi.. Hoca da kürsüye çıkarak ülke ve millet için Türkçe olarak dua etti.
Sultanahmet Mitingi de böyle tamamlandı.
Sonrasını, Halide Edip Adıvar’ın Anadolu’ya geçişini, Mustafa Kemal, Fevzi Çakmak ve İsmet Paşalarla tanışma, birlikte çalışma ve konuşmalarına ilerdeki yazılarda temas ederim..
Bugünü şu sorumla noktalayayım:
(SORUM: BUGÜNLERDE DE GENÇLERİMİZ, UĞRANILAN HAKSIZLIK VE ÖZGÜRSÜZLÜKLER KARŞISINDA ZAVALLI MİLLETİM DİYE BAĞIRMIYORLAR MI?
DİN ADAMLARIMIZ DA O KÜRSÜNÜN ÖNÜNDEKİ SAKALLI ADAM GİBİ OLSALAR GÜZEL OLMAZ MI?
BAŞIMIZDAKİLER DE GENÇLERİN İSTEMLERİNDEN DERS ALSALAR KÖTÜ MÜ OLUR?)
(*) Türkün Ateşle İmtihanı/Halide Edip Adıvar, Atlas Kitabevi, 1985- İstanbul