Dünya tabuttur! Dört kişi de; seni taşıyan kolların ve bacaklarındır.....Gövden ise Nuh'un gemisidir...Yine buna dört büyük melek de denir..Yani tabutun kendi omuzunda.Nereye gidersen git, kendi cenaze namazını kendin kılacaksın!
Adını telkin eden sesler, çınlıyor kemiklerinde...Ya o sesler görüntü yayıyor ve sana geri dönüyorsa..!
Belli ki; büyük bir oyun var burada..Çıkışın tarihi okunmuştur da, girdiğini kabullenen çıkmadı..Bedenselliğin sanrılarına!
Kefen hele apayrı ironi...Sevdiklerin!
Üzerinden silkenemediğin duygularının hatıra fotoğrafı çektirdiği anlar da, SEN YOKSUN ki!
O; bizi taşıyamayan omuzların kan çekişi; zaman!
Hiç başlayamadığın hayatı sonlandırmak saçmalık olurdu....Oldu da ZATen!
Yüzler, SÛREtler, geçici kayıtlar!
Zamana bakmak hiç bir şeyi değiştirmeyecek...Gözlerin kalbinin atar damarlarında geziyor, sadece...Öylesine kudretin acziyeti bu......
Kelime kelime, harf giyinmiş elçiler, renklenirdi karşında....Boşluğa dalan o tek çarpıntının, yankıları.....
Susarsın! GeçER! Aklına uyanmak gibi bir şey.....
O; yangınları aşamayacak kadar sınırsız!
Kendine çarpan duvarların soğuk rüzgarları sinendeki derin sulara dalıyor....Sen ise dayanılmaz hafifliği ağırlıyorsun.... Belki hissi olabilirdi, akşamların...Bir kez geceye uyansaydı! Olamaz mıydı ?
İnsan rüyasında uyur mu?
°°°°°°°°°°°°°°°°°
VARLIĞA KÖR OLMADAN HİÇ BİR İŞİN RAST GİTMEZ
Günümüz çağında gördüğüne özenti duyan ve duyduğu herşeye sorgusuz inanan insanlık; tarihin simülatöründe kendini feda ettiği kimsesizliğinden, varlık algısına aldanarak kaçıyor...
Dört etrafı yaşanmışlığın tarihsel geçit töreni olan gösterilerin arasında zik-zak çizen algısı; kişideki göz aldanmasını daha da tetikleyerek kişiyi inancının tezahürünün gerçekleştiği zaman kaydına atmasıyla birlikte hiç orada olmayan özverisini daha da cezbedici hâle sürüklüyor ...
Hakikatte inancıyla başbaşa yapayalnız kalmış kişi ; gafletin kol gezdiği aklında kaybolan hislerine yenilerek, maskeler ardına gizlenmiş yokluğun resmini kabullenmek istemiyor...
En başta inandırıcı ve heves edilen bu safsatalar çemberi; ruh-i bunalımları da beraberinde getiriyor...
Toplumsal çöküşün içinde yaşam kavgası haline dönüşen koşturmacası artık kişiye fayda sağlamıyor... Üzerine giyindiği sorumluluk kıyafetini parçalayan içsel farkındalığı; yenilir yutulur cinsten değil!
Sözde aydın geçinen aklından her sıyrılışında sıçrama meydana geliyor ve bir zaman sonra tatminsizlik diye adlandırılan çaresizliği dünyasını altüst ediyor...Karabasandan farksız geçen tarihin her tekerrür edişinde kendini varlığa çeken algısı, durdurulamaz keşiflerin sır kapılarını aralıyor...
Öyle çok yalana alışmış ki; kendine inanamıyor... Allâh muhafaza!