İnsan zihni ile ruhunun arasında mekik dokuyan aklını yok sayarak hayaliyle inşa ettiği sırat köprüsünün de yokluğuna inanıyor...
İzleyebilseydi aklını, kontrol edebilseydi düşüncelerini, zihninde ürettiği aslı olmayan hayallerini tüm gerçekliği ortaya çıkaran aynalara yansıtır mıydı? İnanabilseydi kalbinin o derin gerçeklerine ruhsallığına gölge düşürür müydü hiç?
Çünkü sırrın saydamlığı zihninin bulanıklığını ruhuna aksettiriyor her baktığı yönde kendisinin hayalini gösteriyordu... İlginçtir ki; tüm yüzler kendine benziyordu ama kendisi değildi... İşte duraksadığı nokta buradaydı...
Bazen kişinin kendi durumunu, fizikselliğini, karakterini, daha doğrusu (her ne kadar dayatılan gibi olsa da) hayatın gerçeklerini kabullenmesi gerekiyor...
Alışkanlıkları onu hayattan alıkoyuyor ve yaşamak için her gün ölen umutlarına bakarak haz duyar hale geliyor...
Ben bunu "derin travmatik kişilik bozukluğu" diye tanımlıyorum.. Artık istese de o kişi bu duygusal köprünün kontrolünü sağlayamayacaktır.
Kontrolü kaybettiği an neresiydi?
Her gün standart yaşıyor, okuluna veya işine gidiyor, büyüyor gelişiyor, kitaplar okuyor, filmler izliyor, yiyor içiyor, insan ilişkilerinde doruklarda yaşıyor, takdir görüyor ve her zamanki gibi, normal insanlar gibi uyuyor, konuşuyor, dünyanın sadece onun etrafında döndüğüne inanıyordu...
Evet! Aklını kaybettiği cehennemden önceki son durak neresiydi?
"BİR BAŞKASI İÇİN YAŞAMAYA BAŞLADIĞI AN'DI!"
İşte tüm film orada kopmuştu!
Tüm iradesini başkasının ellerine masumca bıraktığı o an'dı...
Oysa gözlerindeki ışıltısını, umutlarını, hayallerini, geleceğini, geçmişini, aklını, kalbini, masumiyetini, samimiyetini, sabrını, merhametini ileride kendisini cehennem zebanilerinin beklediği yere götürecek o ellere bırakmıştı..
Ne kadar da saf duyguları vardı, oysa...
Dünya hayatı toz pembe görünürken, gözlerinin önünden, sağından, solundan, altından, üstünden zaman öyle hızlı geçiyordu ki; kendisi bile kendi zindanına giden yola adeta köprü oluyordu...
Çünkü inanmıştı! Çünkü güvenmişti!
İnsanoğlu aldandı!
Etrafında olan biten her şey; KOSKOCA BİRER YALANDI!
Geçici dünyanın geçici hevesleri ile oyalandı ve aldandı... Nefsine yenik düştü...
Kurtuluşu var mıydı?
Bir kere başını kaldırıp etrafına dönüp baksaydı, belki! Tenezzül etmedi...
Kibrine yenik düştü!
Günün Esra Süntar sözü;
"Sabahına çıkamayacağınız hayatları giyinmeyin, eğreti duruyor!"