Ramazan nedeniyle daha fazla vakit ayırdığım kitaplara, bayram tatilinde iyice yoğunlaştım, 4 kitap okudum. Nedense roman okuyamadım. Murat Menteş bu günlerde moda oldu, Onun “Dublörün Dilemması”nı okumaya çalıştığım halde beceremedim. Kabahat sanırım onda değil bendeydi, başka romanlarda örneğin Gabriel Garcia Marquez’ in “Yüzyıllık Yalnızlık”ını da denedim olmadı. Bir türlü motive olamadım. Halbuki aynı anda okuduğum kitaplardan biri çoğunlukla bir roman olur, ciddi konulardan sıkıldığımda beni rahatlatırdı. Galiba İslamcılıkla ilgili olarak okuduğum kitap bir roman gibi akıcı olduğu için roman ihtiyacı olmadı… Diğer kitaplar dış politika üzerine idi. Bu yazımda sizlere hem kitabı tanıtmak hem de sizlerle İslamcılık konusunu tartışmak istiyorum.
Daha önsözünde yazar, “Dünün keskin devlet karşıtları bugün devlet adına konuşuyorlar. “Devlet adına” lafı hafif kaldı, doğrudan “devlet olarak” konuşuyorlar. Kolay mı, koskoca devlet. İslamcılar devleti değiştirdi mi? Devleti ele geçirdiler ama devlette onları değiştirdi. Hangisi daha çok değişti? Elbette İslamcılar; değişmek ne kelime bambaşka bir boyuta taşındılar. İslamcılık adına çantalarında siyasi bir projeleri var mı? Yok. Uygulayıp mı tükettiler? Hayır. Tamamıyla unuttular ve vazgeçtiler.”
Yazarın çok iddialı eleştirileri var; “Müslüman” sıfatı neden İslamcılara yetmiyor? diye soruyor ve cevap veriyor; “Çünkü din, modern dünyanın sorunları ve kurguları arasında bambaşka bir kalıba dökülüyor. Ortaya “hakikat” için diğer dinlerle değil dünyevi ideolojilerle savaşan bir “izm” çıkıyor. İslamcılar hesabı ahirete bırakmak yerine cenneti bu dünyada kurmaya girişiyorlar.”
“İslamcılık dediğimiz ideoloji emeksiz, zahmetsiz fikirlerin kutsalın zırhı ile ağırlaştırılmasından ibarettir.”
Sonuçta yazar İslamcı ideolojinin öldüğünü iddia ediyor. Çünkü, diyor; “İslamcılık bir iktidar projesi idi, gerçekleşti ve ömrünü tamamladı”
Adını birazdan yazacağım yazar İslamcılığa yabancı biri değil. Gençlik yılları boyunca bu kesime hep yakın hatta iç içe olmuş. Konuyla ilgili anıları çok duygusal ve ilginç. Benim verdiğim köşeli gibi örneklere ve sonuç olarak “İslamcılık öldü” demesine bakmayın, aslında konuya oldukça sempatik yaklaşıyor.
Ramazan ayı boyunca bende son yıllarda olduğu üzere sahura kadar olan zamanda epey dini kitap okudum bu yılda. Artık, İslam ve İslamcılık kavramları ben de çok net. Ayrımı çok net olarak yapıyorum ve İslam coğrafyasının Müslüman olmayı beceremediği için ya da Müslüman olmak kendisine zor geldiği için ideolojilere kayan milyonlarla dolu olduğunu görüyorum. Müslüman olmak sabır ve teslimiyet gerektirir, İslamcı olmak ise başkalarını dinsizlikle suçlayabilme avantajı yanısıra, siyasette din avantajını kullanmayı da getiriyor. Kolaycılık yani… Öfke baldan tatlıdır derler, İslamcı öfkesi tiryakilik yaratır. Tüm İslam alemi, tüm Müslümanlar, şeyh, seyyid, hacı, hoca veya 5 vakit namazında fertlerden oluşsa İslam dünyasının yine Batı karşısında yenik olacağını görüyorum. Çünkü, akıl ve bilim inancımızla birleşmedikten sonra yeni, kendimize özgü bir teknoloji yaratmadıktan sonra öne geçmenin mümkün olmadığını biliyorum. Biliyorum çünkü, geçmiş tecrübemiz bunu gösteriyor. İslam dünyası, akıl ve bilimle inancını birleştirdiğinde ancak öne geçmiş, Batıyı sollamış. Tarih böyle söylüyor.
“Doğum İle Ölüm Arasında İslamcılık” Mümtaz’er Türköne’nin (Kapı Yayınları) nefis bir çalışması. Herkese tavsiye ederim, okuyun ondan sonra tartışalım lütfen…