Sevgili okuyucularım, kusuruma bakmayın.. Buradaki yazılarımda, güncel konuları ele almam, onlarla ilgili değerlendirmeler, yorumlar yapmam gerektiğini biliyorum.. Zaten yıllardır böyle yazdığımı sizler de bilirsiniz. Ama ne yalan söyleyeyim, ülkemizdeki güncel siyasal, ekonomik ve her konudaki son gelişmeler, artık insanın ruh yapısını bozar hale geldi.
Bende yaş 82 ve sağlığım da pek iyi sayılmaz. Öyle, yazılarımda kullanacağım her kelimeyi ince eleyip sık dokumaya, “şöyle mi desem, böyle mi desem?” diye düşünmeye, sinirlerim, sabrım müsait değil artık..
Evet 60 yıllık bir yazar-hukukçuyum, suç nedir, kabahat nedir, ifade özgürlüğü nedir, kanun ne der, Anayasa ne der? Hepsini iyi bilir ve yetkili bir şekilde bu konularda konuşup, yazabilirim.. Lakin günümüzde kanunların, hukukun ne dediği değil, uygulayıcıların ne düşündükleri en önemli mesele haline geldi..
Bakıyorum basındaki bütün arkadaşlar, “acaba şöyle mi yazsam, böyle mi yazsam, şu kelimeyi mi kullansam, bunu mu kullansam? Acaba bu ifadeyi hakaret mi sayarlar?” diye düşüne düşüne yazı yazar hale geldiler..
Bende ise, bu tür yazarlığa sabır ve tahammül kalmadı maalesef.. Bu yüzden, bir kenara çekiliyor, kitaplarımla meşgul oluyorum.. Yazdığım, yayınladığım kitaplarımı karıştırıyorum.. Onlarla ilgilenip yazılarımı yazıyorum..
Geçen hafta bu uygulamamın bir ürünü olmak üzere Kelile Dimne’den satırlar nakletmiştim sizlere.. Okuyucularımın epeyce ilgisini çektiğini gördüm.. Bugün de oradan devam edeceğim..
Bildiğiniz üzere Kelile ve Dimne, M.Ö. 1. asırda yaşamış olan ünlü Hint filozofu Beydeba’nın eserlerinden biridir. Yazar eserini dönemin Hint hükümdarı Debşelem‘e sunmuştur.
Beydeba bu eserinde; bütün hayvanları, aslanları, kaplanları, filleri, tilkileri, çakalları, balıkları, kuşları.. kısacası bütün hayvanları konuşturur.. Dünya insanlarına hayvanların ağzından seslenir.. Binlerce yıl öncesinde insanlara yapılmış olan bu tavsiye seslenişleri, bugünler için de geçerlidir, desek yanlış olmaz.
Çünkü Beydeba da, hayvanların ağzından yapmış olduğu bu söylemlere, her dönem insanlarının da kulak vermelerini ister.. O seslerden ders almamızı bizlere de önerir..
Hep biliriz ki, Kelile ve Dimne iki vahşi çakalın adıdır..
Beydaba bu hususu kitabının 106. Sayfasında(*) şu satırlarla anlatır:
“…Burada bölgenin hükümdarı olan ünlü bir aslan bulunuyor ve emrinde bir sürü canavarlar, kurtlar, çakallar, tilkiler, parslar ve kaplanlar bulunuyormuş. Bu aslan, kendi düşüncesi ile hareket eder, arkadaşlarından hiçbirine bir şey danışmazmış. Aslan, öküzün bağırmasını işitince ilk defa içine korku girmiş. Çünkü daha önce ömründe öküz görmemiş ve öküz böğürtüsü işitmemiş..
Bu yüzden yerinde oturup bir yere gitmiyor ve hiçbir işe de bakmamaya başlamış.
…Ordusu onun yiyeceğini bulup getiriyordu. Onunla beraber olan yırtıcı hayvanlar içinde iki çakal vardı ki,birinin adı Kelile, diğerinin adı Dimne idi; ikisi de zekâ, bilgi ve ilim sahibi idiler.”
Bu taraflarda yaşayan bütün hayvanlar, suyun ve otların bolluğuna rağmen, aslandan korktukları için, bunlardan faydalanamıyorlardı.
Günün birinde hayvanlar toplanarak Aslanın yanına gelmiş, şunları söylemişlerdi:
— Sen bizim içimizden bir hayvanı yakalamak için bir hayli yoruluyorsun. Biz buna karşı senin işine de, bizim işimize de yarayacak bir çare bulduk.
Sen bizim emniyet içinde yaşamamıza razı olur ve bizi korkutmazsan, biz de sana her gün yemek vaktinde bir hayvan göndermeği kabul ederiz.
Aslan bu teklife razı oldu.
Ve bu esas üzere hayvanlarla barıştı. Onlar da sözlerini yerine getirdiler.
Günün birinde kur'a bir tavşana isabet etti ve o gün Aslan bu tavşanı yiyecekti.
Tavşan hayvanlara dedi ki:
— Size hiçbir zarar getirmeyecek tarzda bana biraz kolaylık gösterirseniz, ben de sizi bu Aslandan kurtarmayı umarım!
Hayvanlar sordular:
— Ne istiyorsun?
— Beni Aslanın yanına kim götürecekse, benim geride kalarak gecikmemi hoş görsün ve beni zorlamasın!
Hayvanlar:
— Pekâlâ! dediler.
Tavşan da ağır aksak yürümeğe başladı.. Bu gecikme yüzünden Aslanının yemek yiyeceği vakit geçti.
Tavşan, daha sonra tek başına yavaş yavaş ilerledi. Aslan acıkmış, kızmış ve yerinden kalkarak tavşana doğru yürümeğe başlayarak sormuştu:
— Sen nereden geliyorsun?
Tavşan cevap verdi:
— Ben yabani hayvanların elçisiyim. Yanıma bir tavşan vererek beni yanınıza göndermişlerdi.
Fakat yolumuzda bir aslana rastgeldik. O da, getirdiğim tavşanı alarak:
— Ben, dedi, buraya sahip olmağa daha lâyıkım. Ve buradaki hayvanların, bana bağlı olmaları gerektir.
Ona:
"Ayol, dedim, bu benim hükümdarımın yiyeceğidir. Buradaki hayvanlar bunu ona gönderdiler. Sen de bizim hükümdarımıza karşı gelme!"
Fakat sözümü dinlemedikten başka size söğüp saydı.
Ben de koşa koşa gelip bunu size bildirmek istedim.
Aslan emretti:
— Haydi, bu aslan neredeyse bana göster!
Beraber yürüdüler. Ve tavşan Aslanı içi bol ve berrak su ile dolu bir kuyu başına götürerek kuyunun içine baktı ve;
— İşte burası! dedi.
Aslan kuyuya bakınca, içerde kendi gölgesiyle tavşanın gölgesini gördü ve tavşanın sözünden şüphelenmemek lâzım geldiğini anlayarak, rakibi ile döğüşmek üzere kuyuya atıldı; kuyunun içinde boğuldu.
… Hayvanların hükümdarı Aslan anlattı:
«Hükümdar incelemediği ve işlenmiş olduğuna inanmadığı bir suç yüzünden ceza verecek olursa, bu cezayı kendi kendisine vermiş ve kendi benliğine eziyet etmiş olur.»
.. Kitap işte böyle devam eder gider..
Ben şunu düşünüyorum: Bugün acaba dünya üzerinde, doğuda, batıda, şurada burada, kuyuya bakarken içine yuvarlanan aslanın benzeri, aynı akıbeti bekleyen Devlet adamları hala var mıdır acaba?
(*) KELİLE VE DİMNE/Beydeba, Tercüme: Ömer Rıza Doğrul, Toker Yayınlari. www.toker yayinları.com- Tel: 02126010035, 0535 3199349 ve e-[email protected]