Dünya ekonomisi küresel bir finans sisteminin içinde. Her ülke bu sisteme entegre. Kuzey Kore gibi bir istisna var ama belirleyici değil. Oyunu kuranlar, kuralları belirliyor ve oyuna katılan herkes o kurallara uymak zorunda.
Tüm dünyada şu an en büyük sorun enflasyon. Enflasyon artışının gerisinde ise salgının tedarik zincirini kırması ve artan enerji fiyatları var. Pek çok ülke salgın döneminde para bastı, karşılıksız basılan para ise enflasyonu yükseltti. ABD, İngiltere, Almanya yıllar sonra yüksek enflasyonla yüz yüze geldi. Her devlet yüksek enflasyona karşı kendi stratejisini belirledi.
Askeri darbeler dışında Türkiye’de hükümetler, ekonomik krizle gelir, ekonomik krizle giderler. Uzun yıllar boyunca darbe ekonomisiyle yönetilen Türkiye, en önemli krizi 1994’te yaşadı. O dönem iktidarda DYP-SHP koalisyon hükümeti vardı. Başbakan ise ekonomi profesörü Tansu Çiller’di. Çiller, tüm ekonomi kurumlarını kendine bağladı. Faizi düşürmek için hamle yaptı ama TL bir anda yüzde 5 değer kaybetti. Ve ardından 5 Nisan kararları geldi. Amaç, enflasyonu hızla düşürmek ve TL’ye istikrar kazandırmaktı. Ama olmadı. IMF ile masaya oturan Çiller, standby anlaşmasına imza attı.
Ardından 2001 krizi patlak verdi. BDDK’nın teftişi ile ilgili, dönemin Başbakanı Ecevit ve Cumhurbaşkanı Ahmet Nejdet Sezer arasında meşhur anayasa kitapçığı fırlatması ile sonuçlanan bir kriz yaşandı. Sezer, “Bu devlet krizi” deyince tüm yabancı sermaye bir anda piyasadan çekildi. Gecelik faizler yüzde 7500’e yükseldi ve hükümet düştü.
Türkiye ekonomisinin geldiği noktanın temelleri aslında 1980’lerde atıldı. Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal, neoliberal ekonominin temellerini o günlerde attı. Tarım ve sanayi gibi üretken sektörler geriledi, üretim-yatırım-tasarruf politikalarının yerini tüketim politikaları aldı. Ak parti, iktidarının ilk 10 yılında hızlı bir büyüme ivmesi yakalansa da enflasyonda bir türlü yüzde 5 hedefi tutturulamadı.
Bu dönemde IMF’ye borç ödendi, ihracat rekorları kırıldı vesaire vesaire. Ancak 15 Temmuz 2016’daki FETÖ’cü darbe girişimi sonrası işler yeniden hızla bozuldu. ABD ile rahip Brunson krizi patlak verdi. ABD Başkanı Trump papazı isteyince Cumhurbaşkanı karşılığında “Al papazı ver papazı” diyerek FETÖ elebaşı Gülen’i istedi. Ve ABD Başkanı açık açık “Ekonominizi bitiririm” dedi, dolar saatler içinde zirve yaptı.
Son dönemde doların önlenemeyen yükselişini tetikleyen ise büyükelçiler krizi oldu. Başta ABD büyükelçisi olmak üzere 10 büyükelçi paylaştıkları bildiri ile Sorosçu Osman Kavala’nın serbest bırakılmasını talep etti. Cumhurbaşkanı, “İstenmeyen adam ilan ederiz” deyince Viyana Sözleşmesi’ne atıfta bulunarak geri adım attılar ama fitil ateşlenmişti bir kere…
YA ŞANLI BİR ZAFER YA DA ŞANLI BİR YENİLGİ
Cumhurbaşkanı Erdoğan, yıllardır kredi derecelendirme kuruluşlarının Türkiye’ye yönelik notlarını kaba tabirle “Bizi bağlamaz” diyerek dikkate almadı. Faize karşı tavrı da malum. Hal böyle olunca Küresel Finans Sistemi, Türkiye’nin sürekli faiz düşürmesinden çok rahatsız. Zira tefeci düşük faizi sevmez. Cumhurbaşkanı oyunun kurallarını değiştirmek istiyor. O, faizi düşürdükçe küresel tefeciler dolar hamlesini oynuyor. Türkiye’nin ve Cumhurbaşkanı’nın işi zor. Zira eğer piyasaya bilmediğimiz bir yerlerden döviz girdisi olmayacaksa bu işin sonu bellidir.
Ekonomik kriz sosyal çalkantıları tetikler. Soroscular ellerini ovuşturmuş bekliyor. Halkı sokağa çekmeye çalışan provokatif hamleler başladı bile. Muhalefetin tek derdi ise krizden oy devşirmek. Erdoğan gitsin de ne olursa olsun mantığı değil mi bizi bugünlere getiren.
Cumhurbaşkanımızın ‘Ekonomik Kurtuluş Savaşı’nı sonuna kadar destelemek lazım. Ama başarılı olur mu o muallak. Erdoğan, “Her şeyi bilerek yapıyoruz” diyor. Cumhurbaşkanı, sadece inat olsun diye faizi düşürmüyorsa, demek ki yeni bir hamlesi var. O vakit hiçbirimizin bilmediği bir kaynak bulunmuş olabilir diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Ya şanlı bir zafer ya da şanlı bir yenilgi bizi bekliyor.