TÜRKTİME’ın değerli başyazarı Rahmi Turan, benim 60 yıla yaklaşan yıllardan beri samimi arkadaşım, meslektaşım, komşumdur.. Kendisi ile 1950’li yıllarda Yeni Sabahta iş arkadaşı olduk. O’nun yayınladığı ve tiraj rekorları kırdırarak “Trajların Efendisi” unvanını kazandığı gazetelerinden bazılarında ben de yazılar yazdım.. Mesela 1970’li yılların sonlarında ben Almanya’da idim. Turan’ın Türkiye’de GÜNAYDIN gazetesini tiraj şampiyonu yaptığı o yıllarda, Günther Wallraf isimli bir Alman yazar, “En Alttakiler” diyerek Türkleri aşağılayan yazılar yazıyordu ve bu yazılarını üstelik kitaplaştırmıştı. O Alman’ın bu yazılarına, ben de Günaydın’ın Almanya baskısında, “Tarih İtiraz Ediyor En Üsttekiler Türkler” isimli dizide aylarca cevap yazıları yazmıştım. Sonra bu tefrikalarımı kitaplaştırdım.(1)
Rahmi Turan’ın çıkardığı GÖZCÜ’de uzun yıllar, “Coğrafya’da Tarih İzleri” sütununda tarih yazıları kaleme aldım. Onları da yine Coğrafyada Tarih İzleri(2) adlı kitabımda topladım.
Şimdi bakarsınız TÜRKTİME’da yazacaklarım da bana, şu günlerde çıkardığım 55. Numaralı “Tanıdığım ünlülerden başlıklı Yaşar Kemal” kitabımdan sonraki 56. Kitabımın malzemesi olurlar.. Bundan ümitliyim.
Her insan gibi biz Türkler de tarihe ve özellikle milli tarihimize meraklıyız. Tarihimizi severiz ve milletimizin geçmişte yaşadıklarını okuyup dinlemekten çok hoşlanırız. Kimimizde ise tarihe olan bu merak ve ilgi, bir tutku halindedir. Ben de bu tutkululardanım. Türk tarihini ve en çok da yakın tarihimizi, o konulardaki her şeyi merak eder, elimden geldiğince ayrıntılarını öğrenmeye çalışırım. Bir tutkum da, dünün olayları ile bugünküleri karşılaştırmak, onlar üzerinde değerlendirmeler yapmaktır.
Bu yüzden, günümüzün siyasal ve toplumsal haberlerini televizyonlardan, gazetelerden ve diğer görsel organlardan öğrendiğim anda, eğer tarihimizde benzeri bir olay yaşanmışsa hemen onu hatırlarım.. Onu bir kez de bugünkü benzerinin ışığında değerlendirir, karşılaştırmalar yaparım. Bu tarihsel karşılaştırma ve fikir yürütmeler, benim en sevdiğim fikir jimnastiğim, hatta vazgeçilmez eğlencemdir.
Geçenlerde bir gazetede, Ergenokon sanığı Paşalarla ilgili bir yazıyı okurken, Bülent Arınç’ın “Allaha şükrediyorum ki Türkiye bunların zamanında bir savaşa falan girmemiş, yoksa bunların savaşacak halleri yok” sözünün yinelendiğine tanık olmuştum. AKP’li Başbakan Yardımcısı, Ergenekon ve Balyoz tutuklusu Paşalarımızı kötülemek için bu sözü yıllar önce söylemişti. Ve onun o lafı ilk söylediğinde beynime bir çok tarihsel çağrışımlar doluşmuşlardı.. Onları hatırladım. Eğer “aktüalitesini kaybetti” demezseniz bazı çağrışımlarımı sizlere de anlatmak istiyorum:
Bülent Arınç’ın “İyi ki bunlarla savaşa girmemişiz!”
Sözü bana Tarihten Kimleri Çağrıştırmıştı?
Milli Mücadeleyi Baltalamak İsteyen Osmanlı Hükümetinin Dahiliye ve Bahriye Nazırları, İZZET ve SALİH Paşalar, Mustafa Kemal Paşa ile Bilecik’e Buluşmaya geldiklerinde, Kuvva-yı Milliye’deki askerlerimizin durumunu görünce; “Bunlarla mı zafer kazanacaksınız?” diye küçümsemişler, yazar Refik Halit Karay da “Kuzum Mustafa sen deli misin?” diyerek Atatürk’le alay etmişti.
Bülent Arınç’ın sözünün bende ilk yaptığı çağrışım ünlü yazar Refik Halit Karay’ın Milli Mücadelemizi başlatan Mustafa Kemal Paşa’ya yönelik şu alaycı sözleri oldu: “… Ayol şuracıkta her işimiz, her kuvvetimiz meydanda. Her tarafımız açık, dünya bu vaziyetimizi biliyor.. Hangi teşkilat, hangi kuvvet hangi kahraman? Hayalciliğin, uydurmasyonun bu derecesine dayanamayacağım. Bari kavuklu gibi ben de sorayım: Kuzum Mustafa sen deli misin?”
Damat Ferit döneminin Posta Genel Müdürü olarak Anadolu’yla haberleşmeyi engelleyen yazarın bir makalesine attığı başlık da şu nezaketsiz sözlerden oluşuyordu: “Kağnıya tank diye binmiş geliyor, varda!..” (3)
Arınç’ın “İyi ki bunlarla savaşa falan girmedik..” diye, Türk askerini küçümseyen sözleri bana İzzet ve Salih Paşaları da çağrıştırdı. Yusuf Hikmet Bayur’un hatıralarında, yakın tarihimizde yer alan “Bilecik Buluşması” anlatılırken şu bilgiler verilir: Mustafa Kemal Paşa’yla görüşmek için Bilecik’e gelen Osmanlı Hükümetinin iki Bakanı, askerimizin giyim kuşamlarını görünce; “Bunlarla mı zafer kazanacaksınız?” diyerek Milli Mücadeleyi küçümsemişlerdi.(4)
Şimdi çok kısa, söz konusu Bilecik Buluşmasından söz edeyim. Öncelikli kaynağım Nutuk olacaktır elbette.. Anadolu’da çok güç koşullar altında Kurtuluş Savaşını sürdürdüğümüz günlerde, Sadrazam Tevfik Paşa, Ankara Hükümeti ile ilişki kurma eğilimi göstermekteydi.. Tevfik Paşa’nın İstanbul-Zonguldak arasında bulunan Fransız telsizi ile Mustafa Kemal Paşa’ya ulaştırdığı bu isteğe, Atatürk, İstanbul’la Ankara arasındaki en uygun yer olan Bilecik’te iki tarafın heyetlerinin buluşabileceği cevabını verdi. Buluşma 5 Aralık 1920 günü Bilecik tren istasyonunda gerçekleşti.
Atatürk Nutuk’ta bu buluşmayı anlatırken(5) önce o günlerde cereyan eden olayları kısaca özetler.. Ali Fuat Paşa’nın Moskova Elçiliğine atandığı, Batı Cephesinde İsmet ve Refet Paşaların görevlendirildiği, Çerkez Ethem ve Tevfik kardeşlerin isyan ettiği bilgilerini verir.. Bilecik buluşması konusunda, İstanbul Hükümeti adına İçişleri Bakanı (İzzet Paşa), Denizcilik Bakanı (Salih Paşa), Ziraat Bakanı Hüseyin Kazım Bey’le iki görevlinin, Ankara Hükümeti adına da İsmet Paşa ile kendisinin bulunduğunu anlattıktan sonra sözlerini şöyle sürdürür:
“Ben ilk söz olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Hükümeti Başkanı, diyerek kendimi tanıttım. Ve sonra «Kimlerle tanışıyorum?» sorusunu yönelttim.
Salih Paşa, benim amacımı kavrayamadı, kendisinin ve diğerlerinin görevlerini söylemeye başladı. Ben o zaman, İstanbul’da bir Hükümetin varlığını kabul etmediğimi, eğer İstanbul’daki bir Hükümetin Bakanları olarak görüşmek istiyorlarsa, kendileriyle görüşemeyeceğimi söyledim. Ondan sonra unvan ve yetkiden söz edilmeden görüşülmesi uygun bulundu.”
Atatürk daha sonra şöyle devam eder: “Sonunda kendilerine, İstanbul’a dönmelerine izin vermeyeceğimi ve birlikte Ankara’ya gideceğimizi bildirdim. 6 Aralık 1920 günü Ankara’ya geldik.. Onurları kırılmasın diye, basına kendilerinin Ankara Hükümeti ile görüşeceğiz diyerek İstanbul’dan çıktıkları, gerçekte bize katıldıkları haberini ilan ettirdim.”
Sözlerinin devamında da 1. İnönü zaferinin kazanılışını, Çerkez kardeşlerin hayatlarını Refet Paşa’ya borçlu olduklarını anlatan Atatürk, Sadrazam Tevfik Paşa’nın, “Aslında Anadolu’yu İstanbul Hükümetine bağlamaya çalıştığını..” sezinlediğini söyler. Londra Konferansına çağırılışımızı, 2. İnönü zaferinin kazanılışını, İzzet ve Salih Paşaların Hükümette görev almayacaklarına söz vermeleri üzerine İstanbul’a dönmelerine izin verişini, fakat onların sözlerinde durmayarak kısa süre sonra yeniden Bakan olduklarını anlatır.
Bu konuda “Ahmet İzzet Paşa, nimeti ve ekmeği ile yetiştiği Türk Milletine hizmet etmeyi, Vahdettin’in hizmetinde olmaya tercih edemedi..” dedikten sonra şunları ekler: “Ahmet İzzet Paşa’nın daha başka marifetleri de olmuştur.. Savaş bütün hızıyla devam ederken, milletin maddî ve manevî kuvvetlerini düşman karşısına toplamaya çalıştığımız günlerde, Türk milletinin büyük güçlerini ellerinde bulunduranlara yazdığı özel mektuplarla, ümitsizlik ve bezginlik yaratmaya, moral bozmaya devam ediyordu. Benim, «düşman ordusunu kesin yeneceğiz, vatanı kesinlikle kurtaracağız!» gibi sözlerimle alay ederek, 2. İnönü’den sonra tekrar doğuya, Sakarya’ya kadar ilerlemekte olan Yunan ordusunun hareketini bir tehdit gibi kullanarak, onlara akıl ve mantık dersi vermekten geri kalmıyordu. Efendiler, ne gariptir ki, kendisini dev aynasında gören bu kafanın, uyguladığım askeri harekât plânının felâkete yol açacağından söz eden bir mektubu, Sakarya’da düşmana taarruz ederek geri çekilmek zorunda bıraktığımız gün, görev gereği bana gösterilmiş ve bizi çok şaşırtmıştı.
... Efendiler İzzet ve Salih Paşalar, aylarca Ankara’da oturdular. Millî ilkelerimizi kabul etmeleri koşuluyla, kendilerine millî hizmet ve görev vermeye hazırdık. Buna yanaşmadılar. Bir defa olsun Millet Meclisi’nin kapısından içeri ayak basmadılar.
…İstanbul’da tekrar iş başına geçince, Millî Hareketin varlığını, değerini ve otoritesini kırmaya, düşmanların elinde oyuncak olan Vahdettin’in egemenliğini sağlamak için bütün varlıklarını ortaya koyma gayreti içine girmeye verilecek gerçek anlamın ne olduğunu ben söylemiyeceğim! Onu, Türk milletine ve Türk milletinin yeni ve gelecek nesillerine bırakırım.”
İşte böyle.. AKP’li Bakanın, Türk Ordusunun Paşalarını küçümseyen o sözünün çağrıştırdıklarını anlattığım bu yazıma, Atatürk’ün, sözlerine son noktayı koyduğu şu öğüdüyle tamamlamalıyım:
“Aziz Milletime Tavsiyem.. Efendiler, bu vesile ile aziz milletime şunu tavsiye ederim ki, bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki gerçek gücü, çok iyi analiz etme dikkatinden bir an bile uzaklaşmasın!”
Her dönem için geçerli ve günümüzde de geçerliliğini korumakta olan bir söz..
1. En Üsttekiler Türkler/Yalçın Toker, 256 sa. 15 TL
2. Coğrafyada Tarih İzleri/Yalçın Toker, 256 sa. 15 TL
3. 150’liklerden Portreler/Yalçın Toker, Toker Yayınları 192 sa. 15 TL sa:171
4. 150’liklerden Portreler/Yalçın Toker, Toker Yayınları 192 sa. 15 TL sa: 88.
5. Nutuk, Atatürk/ Sadeleştiren Yalçın Toker, Toker Yayınları 752 sa. 35 TL, sa: 431-444.