Okuyucu yorumları gittikçe daha çok hoşuma gidiyor. Bir cümle veya en fazla bir paragrafta insanın kafasındaki düşünceyi yanlış anlaşılmalara meydan vermeyecek şekilde toparlaması zordur. Bir çok yorumcu bunu yapabiliyor. Alınganlık olmasın diye tek tek isim-rumuz vermiyor, tebrik ediyorum.
Bir de arada sanki belli bir siyasi görüşü profesyonelce savunanlar çıkıyor. İnternette okuyucu yorumları yaparak etki yaratmanın farkında olan bir kesim var gibi… Eğer, profesyonel değillerse muhakkak ki kutuplaşmadan etkilenip fanatikleşenlerdir. Gerçi en azından zaman zaman fanatikleşmeyenimizin kaldığını da pek sanmıyorum ya!
Siz ne dersiniz?
***
Başkanlık sistemi tartışmaları ön plana çıktı. Bunun bir anlamı da, gelecek seçimlerde de temel sorunlarımızı (İşsizlik, kayıt dışılık, vergi, yargı reformu, kamu reformu, tarım reformu, enerji bağımlılığı, üretim maliyetleri, sosyal güvenlik v.b.) ya tartışmayacağız yada yüzeysel değineceğiz demektir. Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu, “Cumhurbaşkanını halkın seçmesi parlamenter sistemi zora sokar. Sistem tıkanır, başkanlık sistemine geçilmelidir.” yollu demeçler veriyor. Sanki Cumhurbaşkanının halkın seçmesi değişikliğini “Teyze” veya “Totem” yapmış gibi. Doğru halkın seçtiği, güçlü, popüler ama sorumsuz bir cumhurbaşkanı olmaz. Mevcut yapı bunu getiriyor, ama bu şekilde metazori bir şekilde başkanlık sistemine geçilmesi de doğru değil. Galiba olup-bittilerle federal bir yapıya doğru gidiyoruz.
Hadi hayırlısı…
Konunun bir de son yazımda belirttiğim gibi iki partili bir sisteme doğru gitme durumu var. Abdüllatif Şener baskılandı, Mustafa Sarıgül bir türlü partisini kuramadı, DP(DYP-ANAP) birleşmesi zamanı geçtikten sonra gerçekleşti, son olarak da SP ağır bir yara aldı. MHP dahi baskıya dayanmakta zorlanıyor. Tekrar soruyorum; 2 partili bir sistemi kaldırabilecek miyiz?
Siyasileşmeden cevaplayın lütfen!
***
Antalya’daki golf kulüplerinde boy göstermek, sosyetik zenginlerimiz arasındaki son trend imiş. İstanbul’dan, Ankara’dan hafta sonu golf oynamak için Antalya’ya gidenler varmış. Geçenlerde Antalya’da ki bir otel golf kulübünün soyunma odasında bir sürü adam soyunup-giyiniyor, duş alıyorken ortada duran bir cep telefonu çalmış. Yakınındaki bir adam hands-free konuşma düğmesine basmış ve bir taraftan giyinirken konuşmaya başlamış.
Adam: Alo
Kadın: Merhaba şekerim, kulüpte misin?
Adam: Evet
Kadın: Ay ben burada süper bir deri ceket gördüm. 1000 Dolarcık. Alabilir miyim?
Adam: Olur, madem çok sevdin, al tabii.
Kadın: Aslında buradan önce de galeriye uğradım. 2011 model spor otomobiller gelmiş, tam istediğim renkte bir tane buldum.
Adam: Ne kadar?
Kadın: 60 bin dolarcık.
Adam: O parayı vereceksem bütün aksesuarlarını isterim ama...
Kadın:Yaşasın! Bir şey daha var. Geçen sene beğendiğimiz ev yine satılık ve 450 bin dolar istiyorlar.
Adam: Tamam, ama 400 bin dolardan fazla verme sakın.
Kadın: Oldu şekerim. Sonra görüşürüz. Seni seviyorum.
Adam: Ben de seni... Görüşürüz.
Adam telefonu kapatıp afallamış şekilde onu seyreden topluluğa dönmüş ve sormuş,
"Bu telefon kimin, bilen var mı?"
Bir şey söyleyeyim mi? İnanın hepsi değil ama çoğu yöneticimiz yıllardır bu adam gibi sorumsuz bir şekilde başında bulundukları kuruluşları, dolayısı ile ülkeyi yönetiyorlar… Onu da alalım, bunu da satalım. Memleketin hayrına olup-olmadığı ile ilgili bir araştırma yapmadan, sanki başkasının malı…