Son zamanlarda hayatım iyice değişti gibi.. Artık yegane meşgalem kitaplar..
Ne yapayım eskisi gibi evden çıkıp gezmelere gidemiyorum.. Hep evdeyim..
İşte şu anda da elimde, 100 Büyük Edip Şair dizimizdeki Ömer Seyfettin (*) kitabım var..
Karıştırırken 162. Sayfaya gelmişim.. Pembe İncili Kaftan anlatılıyor..
Okuyorum ve edebiyatımızdan, tarihimizden bilgilerimi tekrarlamış oluyorum..
“İsterseniz sizler de dinleyiniz”, diyerek yazıma başlıyordum ki, bir de ne göreyim, bu konuya Okuduğum Kitaplardan Tayyip Bey’e Satırlar kitabımda da yer vermiş.. En iyisi şimdi oradan okuyalım: (sa: 158)
“Hikaye Osmanlı İmparatorluğunda Fatih Sultan Mehmet’in oğlu II. Beyazıt döneminde geçer.. O dönemde İran Safavi Devleti’nin başında Şah İsmail vardır. Bu adam acaip gururlu, son derece küstah ve gaddar bir yaratılışa sahiptir. Mağlup ettiği Özbek Padişahı’nın kafasını kestirip, kafatası ile şarap içmiştir.. Kendisine sığınan Özbek beylerini kaynar kazanlara attırıp haşlatmış, etlerini yemiş, kısacası dünyada eşi görülmemiş bir zalimdi..
Anadolu’ya girniş, kızını kendisine vermeyen Alaüddevle’nin topraklarını tarümar etmiş, onun oğlu ile iki torununu esir alıp fırına attırarak, kebap gibi pişirtip yemişti..
Topraklarımızda ilerliyordu ama, II. Beyazıt, savaş çıkmasını istemiyordu. Fakat Trabzon valisi olan oğlu Selim (Yavuz Sultan Selim) babasını dinlemedi. Ordusu ile Şah İsmail’in üzerine yürüdü.. Şahın kardeşi İbrahim’i esir aldı. Bunun üzerine Şah İsmail, İstanbul’a elçi göndererek, hedefinin Osmanlı toprakları değil, Alaüddevle’nin toprakları olduğu bilgisini vererek kardeşini geri istedi.”
Hikayede bu bilgiler verildikten sonra, Osmanlı’nın İran’a bir elçi göndermeye karar verdiği ve gönderilecek elçi arandığı bilgisi verilir. Sadrazam bunu Divan’da şöyle anlatır:
“Bize cesur bir adam lazım Paşalar.. Onlar bize, sırmalar, altınlar, elmaslarla süslenmiş gururlu bir elçilerini gönderdiler.. Biz bu adama Padişahın elini öptürmedik. Ancak dizini öpmesine müsaade ettik. Şüphesiz onlar da bizim elçimize aynen mukabele edecekler.. Kubbealtı vezirleri:
“O halde bizden elçi gidecek adam çok cesur olmalı.. Ölümden korkmasın. Hakaretlere ve Devletin şanına dokunacak hareketlere boyun eğmesin!.”
Sadrazam, sakalından çektiği elini dizine dayadı, doğruldu:
“Hadi öyleyse, cesur bir adam bulun” dedi.
.. Sadrazam’ın sağında, mezar taşı gibi hareketsiz duran, kırmızı tuğlu, kavuklu kişi yerinden fırladı:
“Ben bu elçiliğe münasip birini biliyorum.. Babası benim arkadaşımdı..”
Herkes kim diye sormaya başlayınca; “Muhsin Çelebi..” dedi.
Sadrazam Çelebiyi tanımıyordu..
Kendisine; “Vaktini okumakla geçiren, büyüklerle tanışmaktan hoşlanmayan bir zengin.. Fakat, ölümden korkmayan cesur biri.. Yüzünde kılıç yarası izi hala durur..” bilgisi verildi.
Ve Sadrazam’la Divan üyeleri arasındaki konuşmalar şöyle devam etti:
- Bize elçi olmaz mı?
- Bilmem..
- Bir kere kendisini görsek..
- Bilmem çağırınca ayağınıza gelir mi?
- Nasıl gelmez!
- Gelmez işte.. Dünyaya minneti yoktur. Şahgeda (gururlu dilenci) durumunda biridir.”
Neyse, bugünkü yazımı burada noktalayayım..
Son noktayı koyunca aklımdan şöyle geçti:
“Acaba Tayyip Bey’in, görev vermek için makamına çağıracağı, fakat bu davete icabet edip etmeyeceği belli olamayan kişiler yani şahgedalar bugün de var mıdır?”
Diye düşündüm. Sizler cevap verin..
(*) Okuduğum Kitaplardan Tayyip Beye Satırlar/ Yalçın Toker, Toker Yayınları www.tokeryayinları.comTel.02126010035 ve [email protected]
(**) Ayrıca bugün çeşitli sebeplerle, bütün dünyada gündeme gelen İranlılar’ın tarihleri ile ilgili bilgiler de edinmiş olduk.