Güçlü olmak herkes için, her zaman güzel bir şey… İnsan fıtratında var. Güçlü olmak için yaşamımızda çok şey feda ederiz; sağlığımızı, ideallerimizi, sevdiklerimizi, belki aşkımızı… Çünkü güçlü olmadan hedeflerimize ulaşamayız… Maddi hedeflerimiz ise koltuktur, paradır, koltuk için paradır veya para için koltuk… Bazen hedef sadece güçlü olmaktır, farkında olarak veya olmadan… İçgüdüsel olarak… Müthiş bir çekiciliği vardır gücün… İşte burada insanlık veya insan olmak devreye girer… Kontrolsüz güç güç değil sözü var ya hani ünlü reklam sözü… Bu söz aslında basit bir reklam cümlesi değildir, derin bir felsefeyi ifade eder… Gücü kontrol edebilecek yegane güç bireyin iradesidir. Dışsal olarak ise sistemdir. Toplumun irade ve mantığı…
Biz güce tapan bir toplum olduk. Bu kadar değildik, şimdi basbayağı güce ve güçlüye tapıyoruz… Gücü ve güçlüyü kontrol etmek yerine tamamen onun iradesine tabi oluyoruz. Nedir bu?
Rahmetli Nurettin Topçu’nun bir yazısını hatırladım ve sizinle bazı bölümlerini paylaşmak için buldum. Gerçi şimdiki sözde dindarlardan oluşan iktidar mensupları onu pek beğenmezler ama 64 yıl önce yazdığı makale sanki bugünü anlatıyor gibi… Makalenin adı, “Adam Olmak, Paşa Olmak”
…“Yaptığımız her hamle, bütün kurtuluş hareketlerimiz, bizi adam olmanın sınırlarından biraz daha uzaklaştırdı; her adımda biraz daha kendimizi kaybettik. Öyle ki bugün herkes, kalb sahiplerinden ibaret bir avuç insan istisna edilirse, adam olmanın sade sırrını ve şuurunu değil, ideal ve sevgisini bile kaybetmiştir. Herkes paşa olmak istiyor. İçtimai yapıda ancak bu sonuncuyu isteyecek tarzda teşkilatlanmıştır. Her yerde yüksek ses, aşırı servet ihtirası, her tarafta şöhret iptilası alkışlanıyor”
…“Etrafımızda zenginlikte paşa, şöhrette paşa, profesörlükte paşa, kudrette paşa nice yüzlerce insan peyda oldu. Neden bunların hiçbirinde “adam olmak” dininin bir müjdecisi, bir velisi veya bir havarisi olsun görülmüyor? Çünkü adamlığa götürecek olan yolu kaybettik. O yol kendi içimize doğru iniyordu.”
Nurettin Topçu, makalesinde adam olmayı aramayışımızın sebebini şöyle açıklıyor;
…“Bunun sebebi iç dünyamızı kaybetmemizdir. İçgözlem terbiyesini bırakarak hep kendi dışımızdaki eşyaya çevrilmemizdir: Benliğimizden çıkıp eşyada barınmamızdır. Böylece ruhi varlık olmaktan çıkarak ekonomik varlık haline gelmek istememizdir”
Evet, rahmetli 1950’de bunları yazıyordu ama sanki bugünü anlatıyordu…
Bunları durduk yerde yazmadım tabi. Geçen Cumartesi Danıştay toplantısında Başbakan Erdoğan’ın çıkardığı devlet skandalı sonrası yazdım. Üzüldüm… Gerçekten üzüldüm…
Bu hadise için, yani devlet skandalı için üzüldüm…
Bir devlet adamı tarafından yönetilmeyişimize üzüldüm…
Cumhurbaşkanımızın olmayışına üzüldüm… (Çocuk gibi çekiştirdi, memur gibi peşine takıldı, ekişiz eleman oldu)
Gazetecilerin, üniversite hocalarımızın, sivil toplum kuruluşlarımızın Başbakan’a yalakalıklarına ve eleştiri getiremeyişlerine üzüldüm…
Diyelim ki Baro Başkanı Feyzioğlu tümüyle yanlış bir konuşma yaptı. Bu tepki normal mi? Bir Başbakan’ın tepkisi bu mu olmalı? Devlet rezaleti mi çıkarmalı? Bir Başbakan bu pervasız tahammülsüzlüğü gösterdiğinde basın, üniversite ve sivil toplum bu tepkiyi mi vermeli?
Herkes güçlünün yanında…
Ruhunu kaybetmiş bu toplum, ruhunu ve de kimliğini…