İtiraf etmeliyim ki, şu günlerde insanın içinden güncel siyasal meselelerle ilgili yazı yazmak gelmiyor.. Herhalde bunun sebebi, son seçimlerde sandıklardan çıkan sonuçlar olsa gerek.. Elbette sonuçta milletin kararına saygı duyacağız.. Milli iradeye saygılıyız, ama..
Bu durumda biz en iyisi, kendimize gelip kafamızı toplayıncaya siyasi meselelerden uzak durup, başka konularla, mesela sporla falan ilgilenelim..
İşte kendi kendime böyle diyerek, Pazar günü televizyonun başına geçtim.. Milli ligde Beşiktaş’ın Bursa ile, Fenerbahçe’nin Konya ile maçları var, onları seyredeceğim. Ancak 17’deki Fener’in maçına daha üç saat var.. Beşiktaş maçı ise 20’de..
Kanallarda bir gezinti yaptım.. Nihayet TRT spora baktım.. Aaa Karşıyaka-Göztepe maçı başlamış.. Onu seyredeceğim, tam bana göre bu maç.. Hem seyredeceğim, hem anılarım canlanacak.. Spor yazarlığı yaptığım 60 yıl öncesinin gençlik yıllarında az mı KSK-Göztepe maçı izleyip yazmıştım..
O zamanlar spor sayfalarımızda “İzmir Derbisi” dediğimiz bu tür maçlar manşetlerde yer alır, biz de bunları yazmak için İstanbullu spor yazarı arkadaşlarla birlikte İzmir’e gider, Alsancak Stadına koşardık..
Bir tarafta “Kaf Kaf Kaf! Sin Sin Sin! Kaf Sin Kaf!” diye bağrışan Karşıyakalılar, diğer yanda “Göz Göz Göztepe!” sesleriyle tribünleri çınlatan Göztepeliler olurdu.
İşte şu anda Karşıyaka’nın 1-0 galibiyeti ile sona eren bugünkü maçı seyrederken bu anılarımı yaşamaktayım.. Maçın hakemi günümüz hakemliğinin FİFA’ca ödüllendirilen en büyük ismi Cüneyt Çakır..
Bunun babası da hakemdi.. Serdar Çakır.. Sonra MHK’da görev yaptı..
Böyle hakemlerden, Merkez Hakem Komitesinden, Karşıyaka’dan söz etmişken bakın kimi hatırladım.. Zekeriya Alp’i.. Yani bundan evvelki MHK Başkanını.. Zekeriya, Beşiktaş’ta milli takıma kadar yükselmişti, sol bek oynardı. Benim 1950’li yıllarda çalıştığım Yeni Sabah gazetesine giderken her sabah sandviç yediğim Cağaloğlu’ndaki büfede tanımıştım onu.. Büfe onlarındı.. Hem dükkanda sandviç satar hem de Alemdar Spor’da futbol oynardı..
O sırada ben, yazar ve radyocu Milliyetteki Necati Karakaya’nın israrı üzerine Feriköyspor’da 2. Başkan olmuştum.. Feriköy, Türkiye liginde Fenerle, Galatasarayla falan başa baş çekişen bir takımdı.. Zekeriya’da istikbal olduğunu sezdiğim için o zaman onu Feriköy’e aldırdım.. Fakat henüz çok gençti.. Buna rağmen İzmir’e Karşıyaka deplasmanına giderken onu da götürdüm. Maçın ikinci devresinde antrenör İsmail Erçin’e, “Şu Zekeriyayı oynat!” talimatı verdim. İsmail, “kurbanın olayım Yalçın, o daha çocuk, sakatlanır” diye uyardıysa da oynattırdım. Ne var ki, daha oyuna girdiğinin ilk dakikalarında Mariç isimli rakip sol haf ile kafaya çıkan Zekeriya, yediği dirsek darbesi ile yuvarlandı. Yerden kalkamadı, kendine gelemedi.. Beyin sarsıntısı geçirmiş, İstanbul dönüşünde uçakta bile daha tam kendine gelememişti. Bu olayı hiç unutmam, ne zaman Karşıyaka denilse mutlaka hatırlarım(*)..
Zekeriya’yı daha sonra, dönemin Başkanı Baba Hakkı’ya (Hakkı Yeten) tavsiye edip Beşiktaş’a aldırdım.. Kaptanlığa kadar yükseldi, Milli takımda da oynadı.. Futbolu bıraktıktan sonra spor yazarlığı, Merkez Hakem Komitesi Başkanlığı yaptı. Başarılı bir iş adamı oldu.
O zamanlar İzmir deplasmanlarına gidişlerimizde, bütün İstanbullu spor yazarı arkadaşlar, gazetemize otel masrafı olmasın diye Yeni Asır gazetesi spor yazarı Ergüder Tırnova’nın evinde misafir kalırdık. Her İzmir seyahatinde milli hakem Hakkı Gürüz’ü de ziyaret etmeden dönmezdik.
O tarihlerdeki bütün ünlü hakemlerimizle dostluğumuz vardı.. En büyük hakem hocalarından Sulhi Garan’ı Cağaloğlundaki matbaasında ziyaret eder, Ankara’lı Orhan Gönül’le, İstanbul’daki yakın komşum Semih Zoroğlu ile hemen her gün görüşürdüm.
Bence bugün, gazetelerin spor sayfalarında ve televizyonlarda kendilerine hakemliğin ordinardüsleri süsü verip tenkitler düzen, kendilerini gelmiş geçmiş Türk hakemliğinin hocası sanan eski düdükler, gerçek hocaları Sulhi Garan’ları falan araştırıp dillerini onlarınkine göre biraz törpülemeliler.. Neyse geçelim bu noktayı da..
Futboldan, hakemlerden söz etmişken.. Şimdiki Futbol Federasyonu Başkanı Yıldırım Demirören’e geleyim.. Onu da çocukluğundan, yaz aylarında Florya kampinglerinde akranları ile top koşturduğu yıllardan hatırlarım.. Babası Erdoğan Demirören’i Beşiktaş’ta sağ bek oynadığı yıllarda onunla röportaj yapıp hakkındaki ilk tanıtım yazısını da ben yazmıştım.. Erdoğan o zaman, İstanbul birinci liginde yer alan Emniyet takımında sağ bek oynuyordu. Emniyet’in antrenörlüğünü ise o zamanki Akşam Gazetesinin foto muhabiri Bülent Giz yapıyordu.. Onun da tavsiyesi ile Beşiktaş’a alınmış, fakat takımda pek fazla yer bulamadığı için parlayamamıştı..
Sonra Erdoğan da babasının Sirkecideki oto ticarethanesinde ilerledikçe ilerledi.. Şimdilerin büyük iş adamı, ticari şirket ve kuruluşların yanı sıra Vatan ve Milliyet gazetelerinin de sahibi oldu.. Pek çok toplantılarda Tayyip Erdoğan’la sohbetleri basına yansımış olan bir kişidir.. En son iki hafta önce Tayyip Bey’in Cumhurbaşkanlığı Sarayında verdiği Cumhuriyet Bayramı resepsiyonunda oğlu Yıldırım Demirören’le birlikte Tayyip Bey’le tokalaşmalarının yumruk olmuş resimleri yayınlanmıştı..
Neyse neyse.. Şimdilik lafı fazla uzatmayayım, burada keseyim.. Baksanıza söz yine siyaset konusuna dayandı.. Bugün siyaset yazmayacağım demiştim halbuki..
Bu tür konuları ilerde bol bol ele alırız..
(*) Ben Spor Yazarı İken/Yalçın Toker, Toker Yayınları Kitap: Tel: 0535 3199349 e-KİTAP: [email protected] ww.ttnetkitap.com/yayinevi/detay/yayinevi/447