Düşünüyorum… 10 yılı geride bıraktığım gazetecilik hayatımda ne hükümet devirdim, ne de yetiştirdiğim gazeteciler şimdi önemli yerlerin bir numaralı adamları oldu. Ama yine de medyadaki vefasızlığı yada ilişkilerin gazetecilik ana referansından ziyade eklemlenmeye fikslenmiş işleyişini izlemek bir gazeteci olarak içimin burkulmasına ve kızmama yetiyor. Bu bir şey… Şimdi de şöyle düşünün: 30 yılı aşkın bir gazetecilik geçmişi… Köşe yazarlığı, genel yayın yönetmenliği, tv programcılığı, gündem yaratan sayısız haber ve söyleşinin sahibi... Yetiştirdiği onlarca gazeteci bugün Türkiye’nin üç büyük haber kanalını yönetiyor… Hadi şunu da ekleyelim: Basın tarihinde iki hükümet deviren tek gazeteci. Eğer tüm bunlar tek bir ismi işaret ediyorsa ve o isim bu geçmişe rağmen işsiz kalabiliyorsa, işsiz kaldığı dönemde gazeteci dostları telefonlarına bile çıkmıyorsa, evini satarak yada borç parayla geçiniyorsa biraz daha öfkeli, daha yüreği burkulmuş ve daha sert olmasından doğal bir şey yok. Evet, Ardan Zentürk’ten bahsediyorum. Okuyacaklarınız sadece Zentürk’ün gazetecilik öyküsü değil. Basın tarihinin çarpık yüzü, geçmişten günümüze kuralları değişen var olma gerçeği ve... Daha fazlası için, röportaja buyurun. İşte birinci bölüm…
TURKTİME: Köşe yazarlığı, muhabirlik, tv programcılığı, yöneticilik… Bunlar zaman zaman aynı anda götürdüğünüz zaman zaman birinden birine geçtiğiniz alanlar. Biraz fazla iştahlı mısınız, hepsini yapabilecek kadar yetenekli mi yoksa hem yetenekli hem iştahlı hem de çalışkan mı?
ARDAN ZENTÜRK: Belki biraz çevrenin zorlaması. Bizden önceki ekolde, genel yayın müdürleri tashih servisinden başlayıp genel yayın müdürlüğüne kadem kademe gelen insanlardı. Biz paraşütle inmiş genel yayın müdürlerini son yıllarda yaşadık. Ben bu ekolün galiba son temsilcilerinden biriyim. Mesleğe 1977 yılında Hürriyet gazetesinde yazı işlerine bağlı sayfa kontrolörü olarak başladım. Daha sonra muhabirlik, asistan editörlük, editörlük, yazı işleri müdürlüğü yaparak devam ettim. Güneş Gazetesi’nde yazı işleri müdürüyken 32, Star’ın genel yayın müdürü olduğumda 36 yaşındaydım. Bütün bunlar çok hızlı gelişen şeylerdi ama klasik ekolün ürünüydü. Bu mesleğin her yerinde çalıştım. Yayıncılık denen kavramın her cephesini gördüm ve yaptım. Buna yetenek diyebilirsiniz, çalışkanlık diyebilirsiniz. Ama ne derseniz deyin, önemli olan yapabilmek. Ve ben yapabiliyorum.
TURKTİME: Sizce bunlardan en başarılı olduğunuz alan hangisi?
ARDAN ZENTÜRK: Ben kendimi her zaman iyi bir dış haberci olarak gördüm. Çok genç yaşta dış haber editörüydüm ve hiçbir zaman aynı gazetelerde çalışamadık ama dış haberciliğin iki büyük ustası Sami Kohen ve Zafer Atay tarafından gelmiş geçmiş kuşağın en iyi dış habercilerinden biri olarak adlandırılmak her zaman bana keyif vermiştir. Aynı zamanda beraber çalıştığım üç dev gibi genel yayın müdürü, yani Güneri Civaoğlu, Mehmet Barlas ve Nezih Demirkent, her zaman benim dış haberciliğimle ilgili çok olumlu konuşmuşlar ve bana her zaman moral vermişlerdir. O nedenle kendimi oldum olası iyi bir dış haberci ve iyi bir uluslar arası strateji araştırmacısı olarak gördüm. Bu alanda yazdığım yazıları ve yorumlara bakıyorum, hepsi kitap olabilecek düzeyde ve yanılmamışım.
“EKİPÇİ DEĞİLİM, EKİPÇİLERİ DE SEVMEM… ÇÜNKÜ EKPÇİLER KARTELLEŞEN MEDYADA ÇETELEŞEN UNSURLARDIR!”
TURKTİME: Çalıştığınız gazeteler: Tercüman, Güneş, Sabah, Günaydın, Türkiye, Star... Televizyonlar: HBB, Star, Kanal D, HBB, Kanal 6, 24… Neden bu kadar çok kurum değiştirdiniz?
ARDAN ZENTÜRK: Çünkü ben kurum adamı değilim. Gazeteciliği de zaten bu yüzden seviyorum. Büyük kurumlara gideyim de o büyük kurumun parçası olayım derdindeki bir adam olmadım hiçbir zaman. Benim için bu meslek nerede yapıyorsam oranın büyük olduğu bir meslektir. Ve girdiğim yeri büyütmüşümdür. Büyük bir kurum içinde kendini bir yere çekip oturtup nasıl olsa 20 yıl içinde elbet bir gün genel yayın müdürlüğü verirler diye hiç düşünmedim. Her zaman duygularımın ve hedeflerimin doğrultusunda tek başıma yürüdüm. Ekipçi de değilim. Benim de bir ekibim olsun, ekip başı olarak hareket edeyim diye bir şey duymamışsınızdır benimle ilgili. Sevmem de ekipçileri.
TURKTİME: Neden?
ARDAN ZENTÜRK: Ekipçileri her zaman şöyle görürüm; kartelleşen medyada çeteleşme gibidirler. Medya sermayesinin tekelleştiği bu ortamda ekipleşen insanlar, bu tekelleşmeyle birlikte çeteleşen unsurlardır. Ki bizim meslekte o tür çeteler var. Ama ben ne o çetelerden oldum, ne de etrafımda oldurdum. Çünkü gazetecilik ancak öyle yapılırsa anlamı olan bir meslek. Yoksa birinin kuyruğuna takılacağım, bir müessesenin birinde yıllarca masaları eskiteceğim, Sovyetler Birliği Komünist partisi politbürosunda olduğu gibi beni alacaklar bir yere tayin edecekler… Hayır. Her zaman kendi hedeflerim doğrultusunda makamlarımı kendim yarattım.
TURKTİME: Ortaya koyduğunuz duruş belki idealize edildiği zaman olması gereken bir duruş. Ama medyadaki genel işleyişe baktığımızda biliyoruz ki çok da geçerli değil. Bu, olanla olması gereken arasındaki fark nedeniyle zorluk çekmediniz mi?
ARDAN ZENTÜRK: Tabii ki. Çok zorluk çektim. Mesela medyada herkes birbirini destekler ama beni kimse desteklemez. Ama sevmediğim duruşlardan birinde olmaktansa zorluk çekmeyi tercih ederim. Bakın, ben bu ülkede 1995 ve 1998’de iki tane hükümet devirmiş bir gazeteciyim. Türkiye’nin son 65 yılında hükümet devirebilmiş gazeteci yok. Ben iki tane devirdim. 95’te Tansu Çiller’in başbakanlık yaptığı azınlık hükümeti döneminde Star’ın ekranına çıkıp da “Bu kadın ülkeyi polis devletine çeviriyor” diye bas bas bağırmış bir editörüm. Çok şükür Hüsamettin Cindoruk ve Gökberk Ergenekon’un desteği ile onu devirdim. Ama o dönemde Deniz Baykal bana kazık attı.
BAYKAL NASIL KAZIK ATTI?
TURKTİME: Nasıl bir kazık?
ARDAN ZENTÜRK: 1995 yılında Tansu Çiller azınlık hükümeti kurdu. Azınlık hükümeti O dönemde bazı grupların baskısıyla ortaya çıkan bir hükümet denemesiydi. 1995 yılının sonbahar aylarında SHP ile bütün bağlarını kopararak bu denemeyi yaptı. Hatta MHP ve Bülent Ecevit’ten dışardan destek talebinde bulundu. Bayram Meral TÜRKİŞ başkanıydı o zaman. Ve biz; Gökberk Ergenekon ve Hüsamettin Cindoruk Çiller’in bu azınlık hükümetinin sonucunun Türk demokrasisi açısından çok önemli riskler taşıdığını ve özellikle Türkiye’yi polis devletine çevirme eğilimi içinde olduğunu fark ettik. Ve demokrasinin geleceği açısından bu hükümetin bir an önce devrilmesi gerektiğini düşündük. Ve gerek DYP içinden Cindoruk ve Ergenekon gibi gerçekten değerli politikacılar, gerek Baykal ve TÜRKİŞ Başkanı Bayram Meral, görüşmeleri kilitledi biz hep beraber demokrasinin geleceği açısından hep beraber bir yaptık ve hükümet yıkıldı. Biz de o gün hepimiz birbirimizi kutladık. Geleceğe dönük yeni bir umutla evlerimize gittik. Ertesi sabah ben Star’daki Ankara bürosundaki odama geldim ve baktım ki masamın üstünde CHP antetli bir kağıt var. Kağıtta “Genel Başkanımız Deniz Baykal Tansu Çiller ile yeni koalisyon görüşmelerini saat 11’de başlatacaktır” yazıyor. Benim ve bütün bu olay içinde Baykal’la beraber mücadeleyi ortak yürütmüş insanların halini düşünebiliyor musunuz? Akla gelmedik laflar edilmiş, mesleki açıdan falan riskler alınmış.
TURKTİME: Siz ne yaptınız bu durum karşısında?
ARDAN ZENTÜRK: Hemen sayın Baykal’ı aradım ve bu ne demek diye sordum. “Bu sizin konumunuzu etkilemez” dedi. O dönem Star Uzan grubunundu. O zannediyor ki ben kendisini Uzan Grubu adına arıyorum. Ben de kendisine “Grubu etkiler yada etkilemez, o Uzan’ların işi, beni ilgilendirmiyor sayın başkan. Beni ilgilendiren bizim ilkelerimiz, demokrasiye bağlılığımız. Bu kadınla zannediyor musunuz ki Türkiye’yi sağlam bir yere götürebiliriz.” dedim. O da “hayır, ben erken seçim için yapıyorum bunu” dedi. ve türkiye’yi apar topar erken seçime sürükledi ardından da Refah-Yol kuruldu. Ve Türkiye 28 Şubat süreciyle de demokrasisine çok ağır bir darbe aldı. O nedenle o dönemi ve Baykal’ın o satışını hiçbir zaman unutamıyorum.
TURKTİME: Gazetecilerin siyasi bir duruşu illa ki olacak ama böyle ucu hükümeti düşürecek bir tavrın içine girmesi gazetecilik açısından ne kadar doğru bir duruş? Böyle bir misyonu var mı gazetecilerin?
ARDAN ZENTÜRK: Hayır, öyle bir misyonu yok. Ama bazen tarihin zorladığı şartlarda zaten siz onu bir gazeteci olmanın ötesinde ülkenizin demokrasisine olan sorumluluğunuzla yapıyorsunuz. Mesela gazetecilerin kağıt üstünde PKK’ya karşı da bir şey yapma zorunluluğu da yok. Ama ne zaman bir şehit versek, bütün medya olarak ayağa kalkıyoruz. Bu çok doğal bir reflekstir. Esasında mesleğin genel kuralları açısından baktığınızda kağıt üstünde o da biraz abartma gibi. Ama bazı dönemin şartları insanı böyle bir noktaya taşıyabiliyor. Mesela Korkmaz Yiğit’in kaseti meselesinde ne yazık ki o dönemin hükümeti böyle bir yolsuzluğa bulaşmıştı. Nitekim Anayasa Mahkemesi’ndeki davalar zaman aşımından dolayı durduruldu, ilgili şahıslar beraat ettiği için değil. Onu da ortaya çıkarmak kamuya karşı görevi olan gazeteciye düşüyor. 1998’de Korkmaz Yiğit’e malum kaseti hazırlatıp Mesut Yılmaz başkanlığındaki hükümetin o kasetle yıkılmasını sağlayan genel yayın müdürüyüm.
“BU MESLEKTE ÇALIŞANLAR DA MEDYA PATRONLARI DA KORKAKTIR!”
TURKTİME: Bu tavrınız dengeler açısından riskli değil mi?
ARDAN ZENTÜRK: Bunlar zor işlerdir. Bu işler eğer patronun kuyrukçuluğu içinde genel yayın müdürlüğü yapıyorsanız yapılabilecek işler değildir. Özgür gazetecilik, bağımsız gazetecilik dediğimiz şey ben bağımsızım demekle olmaz. Sonra bir gün gelir o bağımsız dediğiniz gazeteyi o patrona satmak zorunda kalırsınız. Esasında belki başlangıçtan beri o patronla çalışıyorsunuzdur.
TURKTİME: “Medya tarihinde iki hükümet devirebilen gazeteci yok, bunu ben yaptım” diyorsunuz ama medya tarihine böyle bir not düşülmedi. Neden?
ARDAN ZENTÜRK: Doğrudur. Çünkü insanlar sevmediler bu tür davranışları. Farklılığı, bu cesareti sevmediler. Biz korkak insanlarla omuz omuza çalışıyoruz. O yüzden çok zorluk çektim.
TURKTİME: Hükümet devirmeniz size nasıl bir karşılık olarak döndü?
ARDAN ZENTÜRK: Özellikle 1998 yılındaki hükümeti devirmem bana 3 yıl işsizliğe mal oldu. Bu meslekte patronlar da korkaktır. Kazara gazetenin başına beni geçirip yanına çağırarak “Ardan bey, ben seni taşıyamıyorum. Senin ne kadar düşmanın armış” diyen bir medya patronuyla çalıştım. Ailem zorluk çekti, yılların birikimini heba etmek zorunda kaldım, evimi sattım.
“TÜRKİYE’DE KÖŞE YAZARLIĞI İSRAFI VAR”
TURKTİME: Bu zorlukları yaşarken pişman oldunuz mu?
ARDAN ZENTÜRK: Hayır, pişman değilim. İyi ki de yapmışım. Hırsıza hırsız diyeceksiniz. Ben sabahları kalktığımda bir saat spor yaparım. Aynaya ıslık çalarak bakar ve tıraş olurum. Eşim beni sever ve her zaman destek olur. Tüm zorluklarda eşim Canan Zentürk tam bir Osmanlı kadını gibi yanımda dik durmuştur. İki çocuğumuzla mütevazı evimiz ve küçük arabalarımızla çok mutlu hayatımız var. Eşim çok sert bir kadındır. Eğer şu yada bu nedenden dolayı yan çizmiş olsam öncelikle kendi evime giremem. Dolayısıyla bir gün bile düşünmedim öğrenmeyi. Sadece insanların değişik gazetelerde bile olsalar birbirlerine nasıl destek olduklarını, o berbat, fikir kırıntısı bile olmayan köşe yazılarını günün köşe yazısı diye birbirlerine ilan ettiklerini gördükçe üzülüyorum. Ülkede bir köşe yazarlığı israfı var.
TURKTİME: Siz de köşe yazarısınız ama…
ARDAN ZENTÜRK: Ben kendimi hiçbir zaman bir köşe yazarı ifade etmedim. Ben çalıştığım gazetelerde haftada maksimum 3 gün köşe yadım. Bunun da nedeni insan haftada maksimum 3 gün yazmalıdır. Haftada 7 gün yazan insan saçmalar. Arada bari bir gün insanın okuyacak bir kitabı, izleyecek bir filmi olmalı. Ama o saçmalıkları başkası da almış ne kadar büyük bir saçmalama bu diye. o da ilginç tabi.
“BANA MESLEKİ JENOSİT UYGULADILAR… BU ÇOK KANIMA DOKUNDU…”
TURKTİME: Size o zor döneminizde gazeteciler destek olmadı mı?
ARDAN ZENTÜRK: Hayır. Telefon ettiğim insanların bile ikinci telefondan sonra kaçmaya çalıştıklarını gördüm bu üç yıl içinde. Çünkü hükümetini devirdiğim adam Başbakan yardımcısıydı ama ülkeyi hala yönetiyordu. Bir çok oyunu mu bozdum bilemiyorum ama galiba insanlar benden nefret ettiler. Kimseden de yardım talep ettiğimi söyleyemem ama çok kanıma dokundu. Çünkü benim kalibremde benim deneyimlerimde kaç kişi var ki Türkiye bu kadar hoyrat davranıyor, beni dışlıyor? Buna şaşırdım açıkçası. 30 yıla varan meslek birikimi, binlerce kitap, yüzlerce kilometre yapılmış seyahatler, röportajlar, genel yayın müdürlükleri… Bütün bunları kenara atıyorsunuz ve “Ha, o mu. Almayalım, arıza çıkarır, Mesut bey bana kızabilir…” gibi şeylerle bir nevi mesleki jenosit içinde yaşatıyorsunuz. Vakur durmaya çalıştım. O dönemi bilen hiç kimse diyemez ki ardan o zorluklar içinde şu yanlışı yaptı. Hiçbir şey yapmadım. Ben parasız yatılıyım. Sadece parasız yatılı yatakhanesinden 40 yıllık arkadaşlarımdan borç para istediğim zamanlar oldu. Çünkü bir tek onlar benim kardeşimdir. Onların desteği ile o günleri aştım.
“BAZI GAZETECİLER AĞIZLARINDA GÜMÜŞ KAŞIKLA DOĞUYORLAR…”
TURKTİME: Siz bu backgrounda rağmen borç para alacak durumda kalıyorsunuz ama bir de birkaç yıl öncesine kadar muhabirlik yapan gazetecilerin TV kurduklarını, milyon dolarlarla anılan gazetecilerin olduğu başka bir gerçek var. Sizin duruşunuz gazetecilik açısından doğruysa o gazetecileri nereye koyacağız?
ARDAN ZENTÜRK: Bazı insanlar ağızlarında gümüş kaşıkla doğuyorlar. Ne kadar kötü bir şeyler yaparlarsa yapsınlar daima revaçta oluyorlar. Bazı insanlar da ne kadar iyi şey yapsalar da adları bile duyulmuyor. Ben bu ülkede Bostancı açıklarında suya daldım ve depremde kaybolmuş bir ada buldum. Hakkı Devrim benimle dalga geçti. Meğer herkes biliyormuş o adayı. Oysa ki ben çıkartana kadar kimse bilmiyordu. Sonra kendi kendime düşündüm; daha başka ne yapabilirim? Herhalde bunun bir sonraki aşaması Kutsal Kase’yi bulmak olmalı. Demek ki adayı bulurken bile ünlü bir isimle bulacaksın dedim. Yani bazı insanların yıldızı daha parlak. Sen parasız yatılı yatakhaneden gelip beyaz gibi gözüken zenci Türk olarak bu kadar yapabiliyorsun, bu kadar desteklenebiliyorsun diye düşündüm. Bazı insanlar daha rahat yürüdüler bu meslekte. Benim yetiştirdiğim çocuklardan da bazıları beklenmedik bir şekilde, yeteneklerinin ötesinde yükseldiler. Yetenekli çocuklar da vardı tabii. Mesela benim haber merkezimde yetişmiş 3 yetenekli arkadaşım bugün Türkiye’nin üç büyük haber kanalını yönetiyor. NTV’yi yöneten Cem Aydın, CNN Türk’ü yöneten Gürkan Zengin ve şimdi beraber çalıştığım bunların en yeteneklisi Mustafa Hoş. Bu bir tesadüf olamaz. Ama bazıları çok hızlı gitti.
MEDYADA HIZLI YÜKSELMENİN ANAHTARLARI: EŞCİNSELLER LOBİSİ, NİŞANTAŞI LOBİSİ, DOĞAN GRUBU LOBİSİ…
TURKTİME: Bu hızlı gitmenin kodları nedir?
ARDAN ZENTÜRK: Öncelikle şu yada bu şekilde İstanbul’da ve bir lobinin içinde olacaksınız. Eşcinsel olabilirsiniz. Onların ayrı bir lobisi var. Nişantaşı lobisi var. Oraya girip beyaz beyaz dolaşabilirsiniz mesela. Sonra Doğan Grubu lobisi var. Birbirlerini çok güzel destekliyorlar, çok güzel tutuyorlar. Kadro hiç değişmiyor. O da patron açısından sıkıcı olsa gerek ama benim gördüğüm kadarıyla Aydın Doğan’ın kadrosu son 25 yıl içinde değişmedi. Hep beraber yaşlanıp gidiyorlar. Hızlı gitmek isteyenler için böyle bir lobi içinde olmakta fayda vardır. Genel yayın müdürlüğüne oynamak istiyorsanız daha tumturaklı patronlarla bu işi oynamakta yarar var. Mesela ben Cem Uzan’la genel yayın müdürlüğü yaptım. Zor adamdı. Sonra başına gelenleri biliyorsunuz. Mesela o dönemde Aydın Doğan yada Dinç bilgin’le oynasaydık bu oyunu daha karlı çıkabilirdik. Arada bir de jüri falan olmanızda yarar vardır.
TURKTİME: Lobiler dışardan girişi kabul ediyor mu? Mesela Nişantaşı lobisine girmek için çırpınan gazetecileri hepimiz ibretle izliyoruz…
ARDAN ZENTÜRK: Allah kolaylık versin. İnanın bunu bilmiyorum. Benim de dışardan gördüğüm şeyleri anlatıyorum. Geçende bir genel yayın müdürü ile bir yazarın Diyarbakır’a gidişlerini anlatışlarını gördüm, sanki Zimbabve’e gidiyorlar. Ben bu yıl hiç gitmediysem Diyarbakır’a 7 defa falan gittim. Yazılarına bakıyorum, güleyim mi ağlayayım mı karar veremiyorum. Bu aşırı yabancılaşmayı da kavrayabilmiş değilim. Ama bu aşırı yabancılaşma ülkede satıyor. Genç gazetecilere tavsiye ederim. Aşırı yabancılaşsınlar hızla yükselirler. O genel yayın müdürü arkadaşa ayrıca duyurayım; Diyarbakır Zimbabve’nin başkenti değildir. Türkiye Cumhuriyeti’nin içinde güzel bir kenttir. Akşamları Bağlar semtinden biraz daha dikkatli geçerse daha iyi olur. Ama hepsi o kadar, başka da bir şey yok.
“BAZEN BEKİR COŞKUN’UN FRENLERİ PATLIYOR VE…”
TURKTİME: Peki ne diye bunları okumak zorunda kalıyoruz yada ne diye Türk medyası böyle bir görüntü çiziyor?
ARDAN ZENTÜRK: Mesela ben Bekir Coşkun’u ben çok severim. Ama bazen trenleri patlıyor. Diyor ki bir yazısında bu seçimde Cumhuriyet ile Ak Parti sandığa gidiyor. İşte büyük hata. 30 yıllık bir gazetecilikten sonra bunu nasıl dersin? Ak Parti de Cumhuriyet’in şemsiyesi altında faaliyet gösteren bir siyasi parti. Zaten cumhuriyet ilkelerinin dışına çıkarsa onu tırpanlayacak çok güç var bu ülkede. Bakın, Ak Parti çok büyük bir oy patlaması yaptı. Ne yani, şimdi Mustafa Kemal mi kaybetmiş oldu? Hayır. Ben asla böyle bir şey kabul edemem. Benim böyle bir mantığı kabul etmem, Mustafa Kemal’in cumhuriyetini 6 yıl önce kurulmuş bir partiyle aynı seçime sokmam gibi bir mantık düşünülemez. Ama kırk yıllık Bekir abi bile günü geliyor freni patladığı zaman bu hatayı yapıyor.
TURKTİME: Bu hatayı neden yapıyor?
ARDAN ZENTÜRK: Şu odalardan bir çıkabilseler… Çıkın dolaşın. Karadeniz’de mıhlama, Diyarbakır’da lahmacun ye. Oradaki halkla konuş bakalım. Cumhuriyetle Ak Parti mi seçime giriyor yoksa CHP ile Ak Parti mi! Bunların hiçbiri bu ülkeyi yansıtamıyor ve yansıtamaz. Sadece belli noktalara kıçlarını koyarlar ve o masaların da patron bordrolarında bir karşılığı vardır, onları alırlar ve akşamları da oturup kafayı çekerken memleketi bir kez daha kurtarırlar. Bu da bize gelen bir iş değil.
AYDIN DOĞAN, ÖZKÖK’ÜN KALİTELİ ŞARABA 1 YIL İÇİNDE HARCADIĞI PARANIN TAMAMINI BÜTÜN HAYATI BOYUNCA ŞARABA YATIRMAMIŞTIR...”
TURKTİME: Aslında Diyarbakır’ı Zimbabve’nin başkenti gibi gören gazeteci tipi yabancı değil. Bu aşırı yabancılaşan gazeteciler bir de bunu “Beyaz Türkler” diye niteleyerek iyice halktan soyutlanmayı taçlandırıyorlar. Sizce nasıl bir bakış bu?
ARDAN ZENTÜRK: Sanki Türklerin aristokratları varmış gibi… Bu yazıları okuyunca yerlere yatıyorum. Türkler Osmanlı’dan bu yana aristokrasisi olmayan bir millettir. Paşazadeler vardır ama onlar Avrupa’nın mavi kanlarından değildirler. Bizde mavi kan yoktur. Biz hepimiz zenciyiz esasında. Ama bazılarımız krem rengi oluyor. Toplum krem rengin arttığı bir dönemden geçiyor. Beyaz Türk dediğimiz, hafif griye çalan krem rengidir. Yaşam merdivenlerini tırmanan insanlar beyaz diye tarif ettiğimiz kültür dairesinin içine giriyor. Bunlardan biri de benim. Ben de genel yayın yönetmenliği yaptım, rahmetli Sakıp bey de iyi bir dostumdu. Seni yaptığın iş, sosyal konumun kazandığın para bir yere taşır. Bu çok doğaldır. Ama sonuç itibariyle kendini nerede görüyorsun? Bunun cevabı önemli. Bence Türkiye’de köşe yazarlığı kavramının çok yanlış değerlendirilmiş olmasından dolayı kendini beyaz Türkler grubunda gören insan sayısı artıyor. Geçmişte dinci bir grubun içinde yer alıp şimdi merkez medyada görev yapan bazı arkadaşlar var. dönüp dönüp geçmişleriyle hesaplaşıyorlar. Hesaplaşsın… Ben de kendi geçmişimle hesaplaşıyorum ancak kendime bir renk katmamaya çalışıyorum. Bunlar sonuçta fantezi. Hepimiz bir tek iş yapıyoruz. Bilgi çağında, enformasyonun dayanılmaz boyutta hızlandığı bir çağda bütün o bilgileri en iyi şekilde süzeceğiz, doğrulatacağız, bütün bu bilgilerin en doğrusunu yapacağımız tahlillerle topluma vereceğiz. Yapacağımız iş bundan ibaret.
TURKTİME: Bu fantezinin geliştirilmesi ıskalanan toplumsal hikaye açığını kapatmak için geliştirilen bir savunma mekanizması mıdır?
ARDAN ZENTÜRK: Bizim mesleğin geçmişine baktığımız zaman Bedi Faik, Yunus Nadi, Nadir Nadi ailesi, Simaviler, Karacanlar… Geçmişten şöyle bir baktığınız zaman asıl bunlar bu mesleğin beyaz unsurları. Ama son dönemde patronajda böyle bir beyazlık yok. Onlar şimdi yeni dönem zenginleri. Belki de profesyonel gazeteciler patronaj düzeyindeki bu zencileşmeye alternatif olarak kendilerini beyazlatıyor olabilirler. Ben Aydın Doğan’ı daima takdir etmişimdir. O Gümüşhaneliğini ve Anadolu’dan gelmiş havasını bozmadan yaşıyor ve ailesini de öyle yaşatıyor. Aydın Doğan Anadolu’nun bir nevi İstanbul’daki başarı öyküsünü oluştururken yanındaki İzmirli arkadaşın daha beyaz bir görüntü sergilemesi enteresan bir tablo çıkarıyor ortaya. Tahminime göre Aydın Doğan kendi genel yayın müdürünün bir yıl içinde kaliteli şaraba harcamakta olduğu paranın tamamını bütün hayatı boyunca şaraba yatırmamıştır.
RÖPORTAJ:ERSİN TOKGÖZ
FOTOĞRAFLAR: EROL TÜMAYER
YARIN:
Zentürk’ü 4,5 yıldır gelmediği Ankara’ya getiren etken ne?
“Ben bu meslekteki bütün kartvizitleri gördüm.” diyen Zentürk’ün şimdi yerleştirmeye çalıştığı sistem ne?
Bağımsızlığına düşkünlüğü nedeniyle patronlarıyla arası iyi olmayan Zentürk Kanal 24'te ne kadar özgür?
Alev Er'in hatası neydi? Neden genel yayın yönetmenliğini kaybetti?
Kanal 24 ve Star Ak Parti medyası mı?
"Star bir gazete midir?" diye sorup, sorusunu "Ak Parti bültenidir" diye cevaplayan Atılgan Bayar'a Zentürk ne cevap verdi?
Baykal Zentürk’ün davetini neden reddetti? Zentürk “Benim 30 yıllık gazeteciliğimi sorgulamak kimsenin haddi değil” diyerek kime ateş püskürdü?
Son 18 ayda hem kendi gazetemde hem de diğer gazetelerde en çok manşete çıkan yazarlardan biriyim. Çünkü…
Yeni dönemin yeni gazetecilik kuralları neler?
Yavuz Donat ve Taki Doğan’ı nasıl değerlendiriyor?
Gazeteciliğin Ankara temsilciliği ayağında yeni kurallar ve bu kurallara göre kazananlar, kaybedenler…
"Pakize Suda entelektüel namusu olan bir kadın..."
Zentürk'ün kurtarıcı fonksiyonu Nokta Dergisi'ni kurtarmaya neden yetmedi?
"Aydın Doğan Türkiye'nin bir numaralı lideridir. Çünkü..."
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...