Emekli Albay Durmuş Türemen’in www.haberola.com’daki yazısı…
Ülkemizin değişmeyen kaderi. Yönetimi ele geçiren etrafında yetenekli hiç kimseye tahammül edemiyor. Bu kaderden Erdoğan da kaçamadı. Merhum Özal’ın bu konuda bir kompleksi olmadığı görülüyordu, onun da talihi yaver gitmedi.
İlk karşılaştıkları mart tezkeresinde ne yaptıklarını hala bilmiyorlar. Kendi hükümetlerinin tezkeresini reddettiler. Hem de tabansız politikaların dayanılmaz liderinin muhteşem gösterisine uyarak. İçlerinde yapılan o aptallığı hala savunanlar var. Kendi hükümetlerinin tezkeresi reddedilmez olduğundan habersizdiler, en azından istenilen değişiklikler yapılarak kabul edilmeliyi akıl edebilecek veya buna cesaret edebilecekler var mıydı aralarında diye sormak nafile mi olur acaba? Halbuki o fırsat ikinci defa gelmişti ülkemizin önüne.
Birincisin de müteveffa yalnız bırakıldı, başbakanlığa kadar taşıdığı küçük bir kasaba avukatlığının dışında hiçbir görevi taşıyamayacaklar ve daha sonra becerikli birkaçı dışında silinip gidecekler tarafından. Özal’ın talihsizliği o dönemde bölgedeki ordu komutanının bile “Irak’a girersek çıkamayız” diyebilen, kimliğinden endişeli, bırakın askerliğin gereği cesarete sahip olmayı, ürkek diplomat kılıklıların taşıdığı tavşan yürekli olmasıydı. Özal’ın kabahati de yaklaşık sekiz yıldır ülkeyi yönetmesine ve epeyce cesur operasyonları da göze almasına karşılık, bürokrasiyi hala çözememiş olması. En acısı da onca riski göğüsleyip zirveye taşıdığı diğer bir kimliğinden emin olmayanı tanıma konusundaki zafiyeti idi ve onlar tarafından ortada bırakıldı.
Nereden geldikleri meçhul olanlar, her zaman gidecek yeni bir yeri de bulabilirler, dahası böyle bir ihtimale her zaman hazırlıkları vardır. Rahmetlinin stratejik ufku o kadarına yetmiyordu.
İkinci kriz Cumhurbaşkanı seçimi; Aday tespiti gibi garip bir yöntem, böyle bir süreçte hem etik hem de hukuki değildi. Her parlamenter aday olabilir, belli sayıdakilerde birleşip dışarıdan birini aday gösterebilirlerdi. Tabi zihninizin arkasında başka bir adayınız yoksa.
Sayın Gül için aynı yöntem izlenseydi, bugünkü durumdan farklı bir sonuç ortaya çıkmazdı. Muhalefetin de destekleyeceği bir adaydan çekinmenin anlamı yoktu. İkinci turda rahatlıkla elemine edilebilirdi.
Şimdi uzaklaşmış olan muhtemel adayın şansı yoktu. Ama cesaret edilemedi demek ki.
Aday belirleme meclis iç tüzüğüne aykırı ve geleneklerimize göre de şık değildi. Sonuç da durup dururken kriz çıkarıldı. Bu bir seçim taktiği idi diyeceklere, bu günkü sonuç, o tür hesap yapanların değil, derin milletin sağduyusunun eseri olduğunu hatırlatırım.
Cumhurbaşkanlığı seçiminin önlenmesi üzerine şaşkınlıkla yapılan anayasa düzenlemeleri, yalap şalap kanun çıkarmalar, başlangıçta yapılan yanlışı düzeltemezdi. Neyse bunu millet acemiliğinize verdi ve verdiği oylarla da duruma vaziyet etti.
Üçüncüsü sayın Sezer’in Cumhurbaşkanlığı süresi dolmasına rağmen açık bir anayasa ihlali ile görevini sürdürmesi. İzlenecek yöntemi buraya yazmak yetmez gibime geliyor. Bir kara tahta üzerinde izah etmek gerekir. O dönemde yapılan bütün yasal düzenlemeler ve Cumhurbaşkanı’nın imzaladığı atama ve işlemler keenlemyekundur. Yüce divana gitmesi gerekenler de şimdilerde villalarında zaman öldürüyorlar.
Müzminleşmiş en büyük vukuatınız “Türban” krizine baktığımızda; Şimdi eğri oturup doğru konuşalım, bunca vaveyle sonunda siz neyi hallettiniz? Kimse alınmasın, hiçbir şeyi. Türban diye diye sonunda bu konuda olumlu düşünen insanları bile çileden çıkarıp gına getirdiniz.
Bu konuda yasal düzenlemelerden önce start verilecek sosyal bir süreç, çok gerekli olmasına rağmen bir ne idüğü belirsiz mutabakat kavramının peşine takılıp çok önemli olan bir olgular dizisi, değerlendirilmeyi bırakalım akıl edilip dikkate bile alınamadı.
Krizi süresince olguları gözleyip anlamlandırabildiniz mi, elde edilen sonuçları süreci etkilemekte kullanabildiniz mi? Bırakın böylesine rafine yönetim ve tekniklerini, milletin size hazır olarak verdiği kozları sonuçları etkileyecek şekilde kullanabilecek kişilik ve kimliğe sahip miydiniz?
Sınır ötesine gelecek olursak; Yazmak ve yazmamak konusunda çok büyük tereddütlerim var. Bu konuda epeyce mazur görülebilecek kişilik ve kimliksel eksiklerinizi de biliyorum. Haydi biz o konulardaki korku ve eksikliklerinizi mazeret olarak görelim ama, üç kuruşluk eşkıyaya karşı tabur çapında yapılması gereken bir operasyonu, asker ve sivil bu kadar büyütürseniz, sonunda da o kadar büyük hayal kırıklıklarına sebebiyet verirsiniz.
Siz hala devletin karşılaştığı ciddi konulardaki tavırlarınızla iktidar olduğunuz konusunda şüpheli davranmakta, bu açığı başka konularda “Allah” için bihakkın kapatacak kadar cesur olabilmektesiniz. Bir ülkede iktidarın uyması gereken asgari prensipler ise;
1- Ülkede olan ve olmayan her şeyden iktidar sorumludur
2- Sorumluluklar devredilemez.
3- Yönetim iştirak kabul etmez.
Bu yazdıklarımızdan hangisini ihmal ediyorsunuz veya ihmal etmediğiniz var mı?
Saydığımız ilk dört krizi yönetemediğiniz ortada iken, sınır ötesinin içinden çıkmanız mümkün değil. Çünkü bir akıntıya kapılmış gidiyorsunuz, en kötüsü de ya sürüklendiğinizin farkında değilsiniz ya da sele kapılmayı başarı olarak algılıyorsunuz.
Başka bir tavır takınmanız da stratejik zihniyet için gerekli özelliklerden yoksunluğunuz nedeniyle mümkün değil.
Eksiklikleriniz ne mi, onu da siz araştırın, bakalım siz ne kadar bizdensiniz?
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...