Bir insan kendisini ancak bu kadar tüketir. Sadece kendisini de değil, ismiyle simgeleşen bir cenahı ancak bu kadar yerle bir eder. Yazık…
Oysa onun ne artı bir şana, şöhrete ihtiyacı vardı. Ne daha fazla görünmeye, daha fazla konuşulmaya, ne muhataplarını artırmaya. Hepsini fazlasıyla görmüştü.
Ama demek ki yetmemiş.
Sadece gazetesinin değil, sağ kanadın en güçlü kalemlerinden, on parmağında 11 marifet olan Fehmi Koru son dönemde en acınası bir şekilde kendisini tüketiyor.
Bir yandan “Benim Hürriyet’in yayın yönetmenliği ile ne işim olur. Yaşım genç olsaydı belki…” deyip bir yandan o şekilde yorumlanması kaçınılmaz olan ve sınanmış yazılardan vazgeçmeyerek “olumsuz da olsa konuşuluyor olmanın çocukça hazzı…”
Bir yandan “Bakın, ben gerektiğinde hükümete bile kafa tutabilirim…” tavrına devam edip öteki mahallede ses duyurmak için attığı paslar…
Tüm bu “her yazısı olay olan büyük yazar” sarhoşluğu ile yetinmeyip cepheyi genişleterek başka medya gruplarına hem de patron düzeyinde muhatap alınma mesaj yazıları.
Denebilir ki, hem 6 değişik yerde yazan, hemen her tv programında boy gösteren, kendini kanıtlamış böylesi bir ismin kendisine mecra yaratma gayreti olabilir mi? Çok biliyor, korkusu yok, yazıyor.
Keşke öyle denebilse.
Ama değil işte. Gün aşırı çaktığınız medya grubundan gelen röportaj teklifine başınızı açıp “aman burası da eksik kalmasın” diye koşacaksınız. Eyvallah. Ama önünüze koyduğunuz parfüm şişesiyle kendi çapında polemikçilik yapan birisinin “Kolonya kokulu” basitliğine aynı basitlikle yanıt vermek...
Nasıl bir komedidir? Ne yeniyetme bir şöhret sevdalısısınız, ne böylesi tuhaf yol kazalarını öngöremeyecek kadar acemi. Hangi açlık böylesi bir komikliğin açıklaması olabilir? Hangi kompleks?
Nedir bu?
Tamam… Fasıllar masum, uyguladığı akrediteler hakkı, Aydın Doğan’a gün aşırı akıl öğretmeler “sadece dost tavsiyesi”, Karamehmet takıntısı muhatap alınmak için değil, uyarmak kaygısı… Haydi öyle diyelim.
Ama Fehmi Koru muhafazakar ahlakı temsil ediyordu değil mi? Ve o ahlak kibri, büyüklenmeyi kesin dille reddediyordu. İyi de aynı camianın iki büyük patronuna “Onlar hakkında yazmıyorum çünkü çapıma uygun değil” demek de neyin nesi?
Hepsini geçtik… En hafif ifadeyle ayıp değil mi?
Tüm bu eleştirilere Şener Şen’in o unutulmaz repliğinde olduğu gibi “Tamam, yaptım… Ama bir sorun niye yaptım” diye başlayıp “…herkes yanılıyor işin gerçeği aslında böyle” diyerek açıklamak ama hemen sonra herkesin yine yanlış anlayacağı yeni bir hamlede daha bulunmak…
Sadece Fehmi Koru markasını değil, ismiyle cisimleşmiş muhafazakar kanada indirdiği bir darbe değil mi?
Tekrar soruyoruz: hal böyleyken hangi açlık, hangi kompleks bu kadar bencilleştirebildi Koru’yu.
Ve son bir not: Bencillik demişken, her büyük gazeteci yetiştirip mesleğe kazandırdığı, elinden tuttuğu meslektaşlarının başarılarıyla kendisini bir kez daha var eder. Peki Koru? Bilen varsa, bize söyler mi?