Fatih Altaylı’nın bugünkü yazısının başlığını görünce şaşkınlıktan donmasaydım çığlık atacaktım. Ama şaşkınlığım sadece “aa!” dememe neden oldu.
Tamam, Altaylı’nın Sabah’a geçtikten sonra birkaç yazısından birinin bir şekilde petrol ile ilgili olduğunu biliyorduk.
Petrol üzerinden yapılan kaçakçılık, yada yumuşatalım, “kılıfına uydurup götürme” konuları, gazeteciliğini ülke çıkarlarının korunmasına vakfeden Altaylı’nın en çok ilgilendiği konuydu ve çıkarları korumak için köşesinden cansiperane savaşıyordu.
Günaşırı POAŞ ve bağlantılı yolsuzlukları yazarken, tabii ki hiçbirimizin aklına POAŞ’ın, Altaylı’nın patronun en büyük rakibinin şirketi olduğu için konu edildiği falan gelmemişti.
Her ne kadar medyadaki rekabetin, rekabetten öte savaş halini aldığını bilsem de, Altaylı’nın, gazeteciliğini patronunun çıkarlarına endekslemeyeceğini biliyordum.
Öyle ya… Köroğlu da halka zulmederse Bolu Beyi’ne kim dur diyecekti…
Onun için TMSF’nin el koymasından sonra yazılarını daha bir dikkatle izlediğim ama Ciner döneminin aksine tek bir POAŞ yazısına rastlamadığım Altaylı’nın köşesinde “Petrol kaçakçılığı” başlığını görünce o ilk şaşkınlıktan sonra derin bir rahatlama yayıldı damarlarıma.
Demek ki Köroğlu hala yaşıyordu.
Demek ki, POAŞ yazılarının Doğan-Ciner kavgasıyla hiçbir ilgisi yoktu.
Demek ki, patronu kim olursa olsun yolsuzluk, gazeteciliğin olmazsa olmazlarından fikri takip Altaylı için her şeyden daha çok kayda değerdi değişen yönetime rağmen önceki yazılarını sürdürüyordu.
Utanmalıydık. Öyle yaptım. Utancımı perçinlemek için başlıkla yetinmemek, yazının bütününü okumak yapılabilecek tek doğru şeydi.
Okudum… Ama heyhat!
239 kelime arasında ne bir POAŞ ibaresi vardı ne de Aydın Doğan’a gönderme… Öylesine bir petrol kaçakçılığı yazısı. Sektörde herkes biliyormuş ki petrol kaçakçılığı varmış. Bu kaçakçılığın üstüne gidilmesi için birileri talimatlandırılmış, sorumlular aranmış ama kabak günah keçilerinin başına patlamış falan…
Tam bir hayal kırıklığı.
Yok, yine de ne öncekilerinin aksine tek bir POAŞ iması bulunmayan Altaylı’nın yazısını, ne de Sabah’ın bütününde bir anda bıçak gibi kesilen benzer haberleri Sabah’ın el değiştirmesi ile ilişkilendirip gazetecilerin patronların sesi olduğunu düşünmedim yine de.
İyi de; o zaman aklıma neden Oray Eğin’in gazeteciliği başka şey için değil, sırf vasatla savaşmak için yaptığı yada okulda öğrendiğimiz “Her kim ki medyanın sahibidir, orada üretilen mesajların da sahibidir” cümlesi geliyor ki?
Yok canım, olabilemez!
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...