Dünyanın son daktilo fabrikası Godrej and Boyce geçtiğimiz aylarda kapısına kilit vurduğunu açıklamış ve böylece daktilonun da devri -pek çok şey gibi - kapanmıştı. 2009'a kadar 12 bin civarında daktilo üreten Hindistan'daki fabrikanın sözcüleri, son iki yılda bu rakamın epey azaldığını ve geçen yıl sadece 800 daktilo satabildiklerini, bu yüzden de üretimi durdurma kararı aldıklarını söylemiş ve eklemişti: "Elimizde kalan son sipariş bir Arap ülkesinden geldi. O da 200 adet. Teslimattan sonra üretim yapmayacağız."
Fabrika bu açıklamaları yapar yapmaz bir şey oldu dünyada. Herkes daktiloyu konuşmaya, özlemeye başladı. Hatta bir New York Times haberine göre, yazısını daktiloda yazanlar her geçen gün çoğalıyor ve daktiloseverler, çay bahçeleri ve kahvehanelerde buluşup takır tukur bir şeyler yazıyorlardı.
Türkiye'de de öyle ama biraz süs niyetine. Entelektüellerin müdavimi olduğu kafelerin bir köşesinde muhakkak eski bir daktilo oluyor, öyle tozlu tozlu duruyor. Her gün tozu silinip işleyenlerin en bilineni Selim İleri'nin evinde. İleri, yazılarını itinayla daktiloda yazıyor hâlâ. Tek derdi, Çarşıkapı'daki daktilo tamircisinin bir dönerciye dönüşmesi. Benzer dertleri olan başka yazar ve şairler de olduğunu önce Varlık dergisinin Haziran 2010 sayısında kapaktan görmüştük: 'Yakın Tarihin Sır Kâtibi Olarak Daktilo'. Şimdi sıra iki aylık şiir dergisi Yasakmeyve'nin son sayısında (2011 Temmuz-Ağustos). Çat çut, takır, tukur bir dosya ağırlıyor dergi: Şair ve Daktilosu. Behçet Necatigil'in 'Daktilo' şiiriyle ve şu dizelerle başlıyor dosya: "Bana pek sert vurmuşlar bir yerlerim ağrıyor/Ya günboyu bastıran bir uyku/Sevincin sesi çıkmıyor" Dosya, Sezai Sarıoğlu'nun 'Daktilo dediğin harflerin ayaklarını yerden kesmek değil midir?' başlıklı denemesiyle - öyküsü mü demeli?- devam ediyor. Bir sürü şey anlatıyor Sarıoğlu, kahramanı bir çocuk. Çokça hoşluk mevcut: Çarşamba günleri pazar kurulur, oraya eksik almaya gidilirmiş. Evler, diller ve kadınlar hep eksikmiş. Erkekler fazlalık merakındaymış. Derken daktilosu boynunda asılı bir adam görmüş çocuk. Elma yanaklı ve ütülü giysili, Adnan Menderes ismi. Bir çocuk için önemli olan daktiloyla ne yazıldığı değil, nasıl yazıldığıymış. Bir sürü ses duyarmış çocuk kısmı. Kâğıt takılırkenki ses, çıkartılırkenki ses, satır başlarındaki şaryonun sesi, harflerin kâğıda değerkenki sesi...
Nispeten büyüklerin dünyasından biri, Haydar Ergülen 'Benim Çapkın Daktilom' başlıklı daktilo mukaddimesinde şöyle bir hayıflanıyor önce: "Araba kullanmayı hâlâ bilmeyen biri olarak otomobillere şiir yazıyorum da daktiloyu yavaş da olsa kullanmayı bilen biri olarak daktiloya niye şiir yazmayayım?" Onun için varsa yoksa Necatigil'in 'Daktilo' şiiri, Nilgün Marmara'nın 'Daktiloya Çekilmiş Şiirler' isimli kitabı ve Seyhan Erözçelik'in 'Benim Çapkın Daktilom' tangosu ki orada daktilo sekreter anlamında...
Herkesin bir şekilde kendi daktilosunu anlattığı dosyada; Eray Canberk, Şükrü Erbaş, Hüseyin Alemdar ve Egemen Berköz'ün birer denemesi, Küçük İskender ile Mehmet Yaşın'ın da birer şiiri bulunuyor.
DAKTİLO
Bana pek sert vurmuşlar bir yerlerim ağrıyor
Ya günboyu bastıran bir uyku
Sevincin sesi çıkmıyor.
Evlerinin önü çeşme, sularım alınıyor
Bu çok tuzlu çöreği hangi kalpsiz yedirdi
Bağrım fena yanıyor.
Kimlerin elinde, herkes benden biliyor
Ne hoyrat kullanmışlar
Sevincin sesi çıkmıyor
Behçet NECATİGİL
ZAMAN
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...