Bu giriş şunun için;
Reha Muhtar, basının çığırından çıkan yapısının o pis nefesini tehdit olarak ensesinde hissetti ya, öyle bir vasiyet yazdı ki, sanırsınız ki bu yazı, en rafine mesleki duruşa sahip, basındaki yozlaşmadan ermiş mertebesinde izole, bırakın yozlaşmanın baş aktörlerinden olmayı “izleyici olarak bile yozlaşmaya dahil olmamış” bir kişinin kaleminden dökülen çığlık.
Diyor ki Reha Muhtar: “Arkamda kalacaklardan tek bir ricam var... Ölürsem, rating almak için de cenazemi çekmesinler... Onların cenaze görüntülerimi yayınlamalarını istemiyorum... Bu bir yasak değil... Bu vasiyetnamemdir...”
Düşünün… Muhtar’ın böyle bir vasiyetnameye hakkı var mı? Hayır, şekil olarak demiyorum. Hani ahlaktan beslenen hak arama durumundan, “Ben bunu isteyebilmeyi hak edebilir miyim?” sorusuna cevap olacak dürüstlükten bahsediyorum.
Yok, sizin hemen iki bacak arası ile ilişkilendirdiğiniz ahlak anlayışı değil kastım. Kant’ın “Genel bir yasa olmasını isteyebileceğin bir ilkeye göre davran…” diye formüle ettiği ahlak anlayışını imlemeye çalışıyorum. Bu açıdan bakarsanız, Muhtar’ın vasiyet etmeye hakkı var mı?
Tam o özel televizyonların kişiliğini bulma döneminde adıyla özdeş bozukluğu yaratmış, sırf halk bunu istiyor diye haberleri magazine ve sululuğa dönüştürmüş, çözmüş olduğu toplum psikolojisini her türlü gazetecilik etiğini göz ardı edip gazetecilik altyapısını rating için kullanmış, bıraktığı o çürük mirasla birlikte devrini kapattıktan sonra kendisini tekrar magazin ile var etmiş ve bu var etmeyle birlikte tekrar görünür olmasını pekiştirmek için sevgilisini bile kullanmaktan çekinmemiş, beceremedikçe seviyeyi düşürmüş, yani rating için her şeyi yapmış birisi olarak…
Şimdi tutup “Rating almak için cenazemi çekmesinler…” vasiyeti ne kadar ciddiye alınır? Bu vasiyeti kim yerine getirir?
Tamam, bir şekilde kendi olayınızı Abdi İpekçi’ye referans etmek basınımızda en sevilen şeylerden birisidir. Çünkü Abdi İpekçi hakkındaki suskunluk sarmalı henüz kırılmamıştır ve “o görece ‘aklık’ beni de aklayacaktır” diye düşünülür ve bu anıştırma kurtuluş olarak görülür.
Ama hayır, tehdidi aldığınız yer Abdi İpekçi’nin saldırıya uğradığı yer olsa da,
Saldırganı kontrolden çıkartan olay, bir televizyon programının, arka arkaya insanı çileden çıkartacak şekilde yayın yapması olsa da,
İpe sapa gelmez, tamamen yalan ve yanlış bilgilerle, psişik meraklar uyandırmak amacıyla yapılan yayın, ilişkisini aylar önce tamamlamış, avukatlık yapan bir insanı kontrolden çıkartıp namlunun ucu size dönmüş olsa da,
”Türkiye'de maaselef bazı magazin programları, yalan, yanlış, asparagas haberler ve sanal polemikler yaratarak, konu aldıkları olay kahramanlarını ve çevrelerini her gün istedikleri biçimde batırıp çıkarmakta, hayatları yıkarak o hayatların üzerinden kan içmektedirler...” yargınız doğru olsa da,
Böylesi bir vasiyet hakkınız yok sayın Muhtar.
Doğru; bazı gazeteci kılıklı insanlar, olayı takip eden olmaktan çıkmış, olayı yaratan, maniple eden ve olayın tarafı haline gelmişlerdir... Ama 26 yıllık basın şeref kartına sahip de olsanız, eğer duruşunuzla bunun içini doldurmazsanız, en nihayetinde “prosedürleri tam olan herkesin sahip olabileceği bir kart”aolduğu için bunun altını çizmeniz, size beklediğiniz desteği sağlamayacaktır.
Yani, siz öldüğünüzde, eğer hala rating değeriniz varsa, bu medya dibine kadar cenazenizi kullanacaktır. Buna itiraz etmeye, en başta sizin hakkınız yok.
Üzgünüz.
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...