Öyle bir noktaya gelmişiz ki elinde kalem önünde bilgisayar klavye herkesin istediğini yazıp çizdiği bir dönemde kalkıp biz konuşamıyoruz biz yazamıyoruz, konuşan yazan düşünen herkes hapse atılıyor yaygarası yapmak artık popüler olmuş. Hele bazı tipler var ki bu konuda haddini aşarak daha da ileri giderek toplumun sinir uçlarını ve keskin noktalarını harekete geçirecek konularda oldukça ağır hakaretler edip infiale sebep olacak söylemlerde bulunabilmekteler. Üstelik bunu da savundukları basın özgürlüğü ve düşünce özgürlüğü denen bir yasaya dayandırmaktadırlar. Oysaki bu yasa aslında bu tipler ve bu tiplere ağır ceza vermeyen hafifletici sebepler bularak ceza affı gibi algılanacak mahkeme kararlarıyla iyice tecavüze uğratılmaktadır. Yani bir tarafgirlik ön plana çıkmakta ve bu da toplum nezdinde yargıya da basına da olan güveni iyice azaltmaktadır. Bunu yapanlar yine bizzat “basın ve düşünce özgürlüğünün savunan gazeteci yazar ve çizer ve yargı mensuplarının bizzat ta kendileridir.” Örnek verecek olursak gazeteci ünvanlı biri kendi gibi düşünmeyen gazeteciyi, yazar olan bir kişi karşıt görüşlü yazarı, çizer olan kişi diğer karşı görüşlü çizeri tenkit etmekte hatta hakaret etmekte aşağılamakta belden aşağı konuşmakta daha da ileri gidip aile mensuplarına dahi açıktan saldırmakta. Bu despot yaklaşım ve düşünce haline bakacak olursak sistem yargıda da aynı, adil karar vermesi gereken bir yargı konusu davada hakimler ve savcılar bile kendi görüşündekini ya kayırmakta ya da tuhaf bir karar verip toplumun içine sinmeyen ve sinir uçlarını zıplatacak şekilde zorlama kararlar verebilmektedir. Son zamanlarda basından örnek verecek olursak sözde gazetecilik maskesi olan Merdan Yanardağ ve söylediği o hakaretler ile yargıda da Mit tırları ihanetinden ceza alan Can Dündar cezaları Yargıtay’da onanan CHP milletvekilleri Enis Berberoğlu ile Eren Erdem tahliyelerini veren hakimleri sayabiliriz. Yani medyada bir gazeteci şahıs çıkıp toplumun değer verdiği bir sultana açıkça hakaret edebilme başka bir gazeteci ülkenin cumhurbaşkanına ve ailesine hakaret edebilme hatta idamla asılacağını yazabilme bir çizerin çıkıp çizdiği karikatürde bile idam sehpasını çizebilmekte, üstüne tüy dikilen nokta ise bir yargı mensubu hâkim bunları düşünce özgürlüğü kisvesine sokup herhangi tutuklama kararı vermeme özgürlüklerine sahiptirler. Son yıllarda yaşadığımız tüm olaylara bakacak olursak “Aslında ülkemizde basın ve yargı olabildiğince özgürdür” benim kanaatimce. Bazı tipler hala her ne kadar basında ve yargıda özgürlük yok dese de onlarda bilirler ki bu ülkede olabildiğince özgürce yazabilmekteler, iktidarı ve yönetimi istediği gibi eleştirebilmektedir. Aslında bu tuhaflığın sebebi belki de” fazla özgürlüğün vermiş olduğu anomali halinden kaynaklanıyor olmasıdır.” Bu ülkede herkim ki ben yazamıyorum, çizemiyorum, eleştiremiyorum, konuşamıyorum, yargı olarak adil karar veremiyorum, istediğim gibi giyinemiyorum, alkol içemiyorum, farklı inancımı yaşayamıyorum STK’lar olarak eylem yapamıyorum, muhalefet olarak muhalefet yapamıyorum, vatandaşlık haklarımdan yararlanamıyorum, kurumlardan hizmet alamıyorum, diyorsa bunu diyenler aslında yalan konuşuyorlar. Çünkü” ideolojik baktıkları her konuda bu yalanı konuşmak onların beslendiği asıl ana kaynaktır…” Yargı ve yazılı görsel medya ve basında özgürlük yok diye bağıran tiplere karşı yapmamız gereken ve bize ve iktidara düşen görevler toplumu bu konuda düzenli aydınlatmak ve bilinçlendirmek alınan ve alınacak yeni karar ve çıkarılacak yasalarla bu bataklıktan beslenen sivrisineklerle birlikte bu kaynak ve bataklığı kurutmaktır…
İKİ CÜMLEDE İNSANA VE DEĞERLERİNE SAYGI DUYMAK ÜZERİNE…
Kişinin unvanı makamı her ne olursa olsun kişi önce insandır. Allah katında unvanı makamı malı serveti koskoca bir hiçtir. Yaptıklarıyla ya mükafat veya yahut ceza alacaktır. Dolayısıyla bizler insan olarak birbirimize saygılı değerlerimize karşıda hem saygılı hem de duyarlı olmak zorundayız bu bizim insanı vasıflarımızdandır. Elimizdeki kalem ve makam gücü asla bir haksızlık yapma hakaret yapma silahına dönüşmemelidir. Bu silaha dönüşecek noktaya gelirse toplumu ayakta tutan birleştirici tüm değerler çöker ve bu çökme toplumları otomatikman kutuplaşmalara ve ayrışmalara sürükler bu çok doğru bir yaklaşım değildir. Bizler unvan ve makamlar her ne olursa olsun toplumu birlikte oluştururuz. Dolayısıyla gazetecide yazarda çizerde hakimde savcıda olsak birbirimize ve değerlerimize saygı duymak ve saygılı olmak zorundayız. Bu yüzden ne yazdığımız ne karar verdiğimiz çok önemlidir…
Hz. Mevlâna şöyle der…
“Ana babanı sayarsan
Oğlundan da saygı görürsün.
Saygının ve sevginin bir arada bulunduğu toplumlar uzun ömürlü olur
ve hiçbir zaman kargaşa içine düşmez.
O toplumda saygı ve sevgi ne zaman kaybolur ise o
zaman o toplum çöker…
O yüzden bizlere düşen görev toplumu çökertecek yazılı veya görsel söylemlerden kararlardan uzak durmak birleştiren söylemlerde ve kararlarda buluşup bir arada olmaktır...