Kenan Tekdağ yönetimindeki Habertürk Grubu kısa zamanda Türk medyası içinde kayda değer bir pozisyon kazandı.
Grubun kısa zamanda ivme kazanmasında Tekdağ’ın operasyonel ve müdahaleci yönünün katkısı büyük…
Habertürk Grubunun yayın organlarına kısaca göz atalım;
Israrla Posta ayarında gösterilmeye çalışılan Gazete Habertürk, büyük gazete tanımlamasına oldukça yaklaştı.
Habertürk o kadar ince bir ayarla yayın yapıyor ki; ne yandaş, ne karşı pozisyonda duruyor.
Ortaya yakın ama tarifi kolay olmayan bir yer burası.
Her grubun olduğu gibi elbette Habertürk Grubu’nun da hareket alanını daraltan realiteler olmakla birlikte gerçekleri yazmak noktasında sınırları zorladığını söylemek mümkün.
Grubun en dinamik parçası olarak Gazete Habertürk görülüyor.
Grubun önemli yayın organlarından Habertürk.com’un reytingleri ise oldukça iyi. Reytingleri ile mütenasip ağırlığı tartışmaya açık olsa da, gündemi iyi takip ediyorlar, manşetleri iyi seçiyorlar…
Yiğit Bulut ekranda çok görülmesi nedeniyle yüzünü eskitse de, Habertürk TV tartışma programlarıyla gündemi yakalıyor, televizyon ekranına yakışıyor.
Yiğit Bulut’un enerjisini bir miktar düşüren medyadaki yeminli düşmanları…
İnternet sitelerine aleyhinde en çok mail gelenlerden birisi Yiğit Bulut.
Gelen maillere dikkatli bakıldığında 6-7 kişilik bir yapı olduğu ve yazanların kişisel saiklerle hareket ettikleri seziliyor. En azından Turktime editörleri böyle düşünüyor.
Habertürk’ün Ankara ayağı ise bir türlü istenilen randımanı veremedi.
Muharrem Sarıkaya halen Hürriyet dönemindeki ismi ile idare ediyor.
Bir zamanlar gerçekten fırtına gibiydi.
Gündem avuçlarının içinde tutardı…
Yaş aldıkça olgunlaşması beklenilen Sarıkaya özellikle insan ilişkileri konusunda oldukça problemli bir portre çizdi.
Potansiyel düşman olarak gördüğü gazetecileri perde arkası kulisleri ile harcamayı başardı.
Mesela Şamil Tayyar’ı, mesela Sedat Bozkurt’u…
Bu mesela listesini uçurtma yapıp gökyüzüne bıraksak, güneşin önü tıkanır, uçurtma görünmez olur!
Sarıkaya mağdurları için mezarlık yeri satın almaya kalksak, Koç’un serveti yetmez!
Hakkını teslim edelim;
Sarıkaya insan ilişkilerine takılmadığı ve bu süreci iyi yönettiği zamanlar iyi bir gazeteci.
Araştırmacı, belagatı yerinde, televizyon içinde iyi bir ses tonu var.
Herşeyi mahveden Sarıkaya’nın kendi kendine ürettiği hayali düşmanlar!
Bu bazen bir siyasi, bazen köşe yazarı, bazen kendi yayın yönetmeni, bazen de bir internet sitesi sahibi!
Bu satırların yazarı için halen kapı arkalarında kulis yapmaya devam ediyor ama bu satırların yazarı için önemi yok.
Ankara’da herhangi bir gazeteciye bu satırların yazarı ve Sarıkaya’yı sormak bilgilenmek için yeterli.
Her neyse…
Asıl anlatacağımız konu daha başka…
Hatırlarsınız;
Hürriyet Gazetesi’nden Gazete Habertürk’e Ankara Temsilcisi olarak transfer olan Çiğdem Toker, kısa bir süre sonra görevinden ayrılmak zorunda kalmıştı.
Toker’in gidişinde de Muharrem Sarıkaya’nın kulislerinin etkili olduğunu Ankara’lı gazeteciler iyi bilirler.
Ancak gelinen nokta; verilen kararın Habertürk için ne kadar yanlış olduğunu ortaya çıkardı. Çiğdem Toker, uzun bir aradan sonra Akşam Gazetesi’nde başladı. Başlar başlamaz da çok sayıda etkili habere imza attı. Bunlar içinde hem hükümet kanadından hem de hayatın içinden renkli haberler var. Ancak aynı performansı Muharrem Sarıkaya için söylememiz zor. Kurum içinde çatışmaya girip Yiğit Bulut ambargosu yemesi bir yana, etkili haberlere imza atamadı.
Özellikle Hükümet kanadıyla gereksiz gerilimlere girmesi ve bu gerilimin dozunun her gün artırıyor oluşu hem grubu için hem de kendisi için negatif etki yaptı. Doğal olarak da haber kanallarını tıkadı.
Köşesi sadece yorum yazılan bir köşeye dönüştü. İlişkilerini biran önce normalleştirmesinde gazetecilik kariyeri açısından fayda var.
Akşam yönetiminin Özlem Çelik ve Çiğdem Toker transferleri yerinde oldu…
AKŞAM’IN YILDIZLARI BAŞKA YERDE PARLIYOR!
Karamehmet gibi yöneticilerini serbest bırakan, onlara özgürlük alanı tanıyan ikinci bir medya patronu daha yok.
Karamehmet arabasını bile kendisi kullanır. Özel şoförü yoktur.
Medyaya müdahalesi neredeyse sıfırdır.
Grubun yayın organlarından birisi olan Akşam’da bu özgürlük alanından tam anlamıyla istifade eden bir gazete.
Mesela; Akşam’a hayatında 1 gün muhabirlik ya da yazarlık yapmamış bir hanımefendi siyasi yazar olarak başladığında da patronaj sesini çıkarmamıştır.
Şöyle derler; Karamehmet yetkiyi verir, günü gelince hesabını sorar.
Tabi hakkını yemeyelim; Akşam gazetesinin iyi transferleri de oldu.
Aslı Aydıntaşbaş ve Mehveş Evin gibi…
Ama nedense Akşam’da duramadılar!
Durdurulmadılar!
Önleri tıkandı!
Ve gittiler!
Aydıntaşbaş ve Evin’in yoklukları telafi edilemedi.
Aydıntaşbaş’ın 1 seneye yakın yazdığı Akşam'da neredeyse tek yazısı bile manşete çekilmedi.
Şimdi neredeyse gün aşırı Milliyet’in manşeti Aydıntaşbaş’ın…
Mehveş Evin’in bu kadar güzel analiz yazıları yazdığı bilinmiyordu.
Milliyet’te ortaya çıktı!
VİZYON MESELESİ
Hürriyet Gazetesi marka değerini yükseltmek için klasik promosyon reklamlarının dışına taşarak Zuhal Olcay ve Nil Karaibrahimgil’in rol aldığı oldukça başarılı bir kampanya başlattı. Zaman gazetesi de marka değeri oluşturmak için bir süredir benzer reklamlar yapıyor. Bu tür reklamların en güzel örneklerinden birini ilk çıktığı dönemde Radikal Gazetesi yapmıştı. Belki hala o kampanyada oluşturulan imajın ekmeğini yiyor Radikal…
Prestijli markalardan reklam alabilmenin, reklam değerlerini yüksek tutabilmenin en etkili yolu marka değeri. Bunun tirajın bile önüne geçtiğini Posta örneğinde görebiliyoruz. Aynı şekilde marka değeri yüksek olan gazeteler tiraj olarak Zaman en üstte gözükse de Zaman’dan daha yüksek bedelle reklam alıyorlar.
Hürriyet, düşmeye başlayan tirajlarını bu dopingle toparlarken, yayın yönetmenini de değiştirdi. Eş zamanlı olarak reklam grubunda çok köklü değişiklikler oldu. Reklamın değiştirilemez denilen temel taşı isimleri bir bir görevlerinden el çektirildi. Hastalığı hemen teşhis edip, yeni döneme uyum sağlayacak, yenilikler getirecek isimleri reklamda da buldu Hürriyet ve yılların üst düzey yöneticilerin biletini kesmekten geri kalmadı.
Hürriyet yaralarına neşter atarken kadim rakibi Sabah ne yapıyor peki?
Sabah gün be gün Milliyetleşiyor. Yaş ortalaması tavan yapan yönetimi ve yeniliklere kapalı editöryal anlayışıyla Bab-ı Ali’nin en dinamik gazetesi mazide kalıyor artık. Dinç Bilgin’in oturttuğu bu anlayış yok oluyor artık. Gazete giderek statik hale gelirken, hem marka değeri hem de tirajı baş aşağı gidişte.
Mevcut idari ve editöryal yönetimin “Marka değerini korumak”tan anladıkları, denge politikasından başka hiçbir şey değil: “Hükümete ne kadar yer veriyorsak askere de o kadar yer verelim. Hükümet lehine haber yapıyorsak, asker lehine de yapalım. “
Oysa marka değerini korumak bu kadar sığ bir anlayışla sağlanmaz. Ahmet Çalık, medya patronu olmanın taş ocağı işletmekten farklı olduğunu anladığı gün Sabah’ın marka değeri yükselir. O zaman cesur, kararlı ve profesyonellerle çalışır. İdare-i maslahatçılarla değil.