Büyük bir mevki işgal eden gazetecimiz(!) “zorunlu” olarak patronunu değiştirdi geçenlerde. Yeni patron da devlet gibi sağlamdı. Eski patron “enerjik” olsa da hamleleri yanlıştı.
Medya dünyasında hırçın olmak istiyordu ama kendi arka bahçesi temiz değildi. “Medyanın deviyle kapışacaksan, zayıf noktan olmayacak” kuralını ihlal etti ve Büyük Gazetemizin büyük kaptanının, dilinden eksik etmediği “medya çöplüğünü” boyladı.
Enerjik patronumuzun sonu, kendisine seçtiği kaptandan belliydi zaten. Düşmanının kullanılmış malını alırsan, onunla nereye kadar rekabet edebilirsin ki? Ama elindeki “Baba” gibi adama güvenmedi, sonunda “han”ından oldu.
Neyse… Konumuz bu değil. Konumuz “Büyük mevki işgal eden gazetecimiz” idi.
Bu gazetecimiz, patron değişince, “gelen ağam giden paşam” kuralını eksiksiz uygulamakla kalmayıp, bir de yeni ağayı, eski hesapları için kullanmaya, kraldan fazla kralcılık yapmaya kalkıştı. Oysa bu iş çok marifet istiyordu. Böylesine kıvraklık nadir adamda vardı. Böyle kıvıran da zaten o hallere düşmezdi.
Yeni patronuna yaranmak için mi, eski hesaplarını yeni konjonktürde kapatmak için midir bilinmez, büyük gazetecimiz hamlelere başladı. Gazete içinde bazı yazarların yerleriyle oynamaya, bazılarını göndermeye çalıştı. Yetmedi manşetlerle haberlerle oynadı. Ama hep son anda.
Kralcılık öyle bir noktaya geldi ki, şimşekler krala dönmeye başladı. Gazetedeki bu değişiklikleri sanki kral yaptırıyormuş gibi görünmeye başladı. Hatta ana muhalefetin kralı bunu diline dolar oldu. Oysa kralın tek beklentisi; tirajı, reytingi düşmeden malı iyi mangıra satmaktı.
Kral en sonunda dedi ki: “Bu adam ne yapıyor, bir şey demediğimiz halde yazıları sansürlüyor, yazarları yerinden ediyor, manşetlerle oynuyor. Yoksa bu bize komplo mu?”
Komplo düşüncesi kralın kafasına yattı. Çünkü oyun çok mantıklıydı. Kral aleyhine yazanlar, yazılanlar operasyona uğruyor, paparayı da Kral yiyordu.
Sonunda derin kulaklar, derin dinlemeler yaptı. Enerjik patron, yeni matbuat hazırlığı içindeydi. Eskisini tahrip ederse, okuyucuları yenisine çekebilirdi. Zaten, “vatan vatan” diyenler de “sabahın” köründe ayrılırken aynı oyunu oynamamışlar mıydı? Ayrıca kim bilir belki de malın fiyatı çok düşer, kendi alacağı noktaya bile gelirdi?
Ama Kral, oyunu gördü. Çünkü kral, suyun başına feleğin çemberinden çoook geçmiş, yavuz (yok yağız, yoksa selim miydi? Neyse canım “onurlu” biri işte) bir adam getirmişti. Kral ve iş bilen adamı baş başa verdiler. Pansuman çare etmeyecekti ve ameliyat kararı aldılar. Olan bizim büyük gazetecimize oldu.
Ama bize bir şey öğretti: “Kraldan fazla kralcı olmayınca adam oluruz”