İnsanoğlu, nefsi istek ve çıkarları için dün de bugün de yarın da birçok şahit olduğu haksızlıklara susmayı görmezden gelmeyi kör sağır dilsiz olmayı sürdürecektir. Zira muhakkak ki ya makam ya mevki yahut maddi çıkarları bu konuda ağır basacaktır. Bugün baktığımızda siyaseten de gördüklerimiz bunun en canlı örnekleriyle doludur. Çıkarılan birçok yasa veya kanunlarda İslami ve ailevi değerlere onca zararlar verildiği görünse de bunlar görmezden gelinip canhıraş savunulmakta. Herkes birebir sohbetlerinde her ne kadar yapılanı yanlış bulsa da ekranlarda ya da parti toplantılarında mutlaka tersini konuşup ikiyüzlülük içinde hiç utanmadan savunmaya devam etmekteler. İyi de hiç mi bu davranışlarını bilen işiten gören ALLAH’TAN korkmazlar? Hiç mi yaptıkları bu davranışların ve verdiği toplumsal tahribatların ve zararlarının bir vebali olduğunun ve bunun mutlaka hesabının sorulacağını düşünmezler? Bugün gelinen nokta toplumun bir şekilde İslami değerlerden uzak dönüştürülme projesidir. Bunun önünde en büyük engel İslami değerlere bağlı olan bu aziz milletin aile yapısının içinin boşaltılmasıdır. İşte bunun için dışarıdan fonlanan STK’larla birlikte bu milletin aile yapısına aykırı yasaların normalleştirilip aşırı FEMİNİZM kokan sloganik söylem olan kadına şiddet gibi bir propaganda yolu ile sürekli topluma yazılı ve görsel medyada pompalanmakta ve bu slogan üzerinden aile içi ilişkileri sorgulatmak ve aile mahremini ifşası şeklinde en önemlisi de ailenin parçaları olan çocuklar ve anne ve de baba üzerinden algılarla aile içi bölünmeler sağlanmaktadır. Öyle ki yasalar kadının beyanı esastır mantığında işletilerek en ufacık çözüleceği aşikâr basit bir konu ve buna bağlı şikayetle boşanmalar kolaylaştırılmakta aileci dağılmalar hızlandırılmaktadır. İstanbul sözleşmesi gibi İslam ve İslam da aile gibi değerlere balta vuran bir sözleşmenin hala yürürlükte olması bunun en büyük kanıtıdır. Sözde kadına şiddeti önlemek gibi bir masumiyet kılıfına sokulup toplumla hiç tartışılmadan konuşulmadan sözde kadın haklarını savunuyor görünümlü dışarıdan fonlanan kadın dernekleri ve STK’larla kapalı kapılar ardında aşırı feminist ve bunlara eş muhafazakâr feminist guruplarla hazırlanmış bu sözleşmenin hiçbir getirisi olmadığı gibi toplumdan ve aileden götürdüğü çok şey vardır. Bugün çağımızın koronadan, kanserden ve atom bombasından daha tehlikeli olan LGBTİ sapkınlığının da bu sözleşme içerisine gizlenen sözde masum maddelerle vücut bulması da ayrı bir garabet ve tehlikedir. Bugün cumhuriyet gazetesi yazarlarından Mine Söğüt’ün yazısında “Baba evlerini derhal terk edin kızlar” yazısı ve İstanbul Büyükşehir Belediyesinin LGBTİ konusunda belediye personellerine eğitim verme isteği ve cesareti de bize tehlikenin ne kadar büyük olduğunu göstermektedir. İşte bu çabalar ve isteklerin dayanağı bu sözleşme ve buna dayanarak aşırı pompalanan kadına şiddet sloganının milletin bilinç altına işlenmesidir. Elbette kadına şiddet doğru değildir. Zaten dinimiz bunu yasaklar. Hz.Peygamberimiz Muhammed Mustafa bir hadisinde” Hanımını döven Allah’a ve resulüne asi olur. Kıyamette onun hasmı ben olurum” diye buyurmuştur. Her mümin bunu bilir ve eşine şiddet uygulamaktan korkar ve emanetine sahip çıkar onu korur gözetir ve iyi geçinir. İşte bunu istemeyen şer odakları bunun tersini yapmak için içimizdeki tüm besledikleri fonladıkları STK görünümlü bizden veya bizden olmayan her işbirlikçisini harekete geçirmiş vaziyettedir. Sürekli ekranlarda kadına şiddet olayları köpürtülmekte ve yaygın bir şekilde işlenmektedir. Oysa batı medeniyetinde biraz araştırsalar bu şiddet çok çok fazladır lakin yayınlamak bırak raporlar da dahi görmek çok zordur. Bugün kötü olan şey muhafazakâr camia da bile bu tuzağa düşmüş ve bu oyuna alet olan çanak tutan birçok siyasetçi akademisyen gazeteci yani her kesimden insan bulmak çok zor değil, çokça vardır bunları da zaten her makamda her STK da her platformda görüyoruz. Hatta bu konuya karşı bir görüş açıklayan İslam’dan delil sunan fıkıh alimlerini ve profesörleri dahi eleştirmekten ve üstü kapalı tehditten geri durmazlar. Sanırsınız ki kendileri eli değnekli “HAD BİLDİRME MAKAMLARIDIR.” Acı olan bir nokta da bazı makam ve mevki kaygısı ve hevesi olan belki bir sonraki seçimlerde koltuğunu ve vekilliğini kaybetmemek için bu tür çıkışlara destek veren dilsiz şeytanlar vardır. İster solcu olsun ister muhafazakâr olsun ister liberal olsun her ne olursa olsun, lafım onlaradır, lafım bu şerri savunanlaradır, lafım makam için vekillik için çıkarları için tüm nefsi menfaatleri için susan dilsiz şeytanlaradır. Unutmayın bugün nefsiniz için savunduklarınız yarın sizlerin sonunuz ve vebaliniz olacaktır. Vebal büyük hesap çetindir. Hz. Ömer adaletiyle nam salmış İslam halifesiydi. Bir gün hutbede cemaate seslendi ve dedi ki; “Ben haktan ayrılırsam ne yaparsınız” cemaat içinden bir sahabe ayağa kalkarak şöyle cevap verdi: “Seni kılıcımla düzeltirim ya Ömer!” Hz. Ömer (r.a.) ellerini açarak; “Ya Rabbi! Sana şükürler olsun ki ben senden gaflete düşersem, senin adaletinden ayrılırsam, beni kılıcıyla doğrultacak cemaate sahibim” diye şükretti. Bugün bir Hz. Ömer olmak zor olsa da onun düşeceği gafletten döndürecek samimi bir sahabe müminliğini ve cesaretini gösterebilmek çok da zor değildir. Bize düşen bir sahabe gibi yöneticilerimize dostlarımıza doğru kararlarında destek vermek yanlış karalarında uyarabilmektir. Demem o ki yol yakınken hatalarınızdan dönün. Dilsiz şeytan değil samimi mümin olun hakk-ı konuşun hakça konuşun. “Zira ALLAH HERŞEYİ HAKKIYLA BİLEN İŞİTEN VE GÖRENDİR VE HESAP GÜNÜN MUTLAK SAHİBİDİR…”