Bu güne kadar dizi halinde yaptığımız gazete analizlerinde (Hürriyet, Milliyet, Sabah…) hep mirastan yiyen gazete örneklerinden bahsettik. Gerçekten de bu üç gazete de bir zamanların yıkılmaz armadaları gibi görünen ama günden güne eriyen sektörün önemli markaları.
Bir anlamda “Mirasyedi” dizisine de dönen bu gidişe bu kez Habertürk’le es vereceğiz. Çünkü Gazete Habertürk, kısa zamanda nasıl markalaşıp kendine sektörde önemli bir yer edileceğinin de göstergesi bir anlamda.
ŞEKİL: YENİLİKÇİLİK GELENEKÇİLİĞİ YENDİ
Ciner Yayın Holding bünyesinde 2009 yılında yayın hayatına başlayan Gazete Habertürk iddiasını daha ilk günden ortaya koymuş ve boyutundan kâğıt kalitesine yerleşmiş kurallara kafa tutarak yayın hayatına başlamıştı.
Olmaz, bu boyut alışkanlıklarına sıkı sıkıya bağlı okura hitap etmez dendi. Oysa olmuştu. Kuşe kâğıda baskısıyla, her alanı bağımsız bir gazete vermek gibi yenilikçi buluşuyla, boyutuyla geleneksel kalıpları kırıp kısa sürede beklendiği gibi kendine üst sıralarda yer edinmeyi başardı Habertürk.
İÇERİK: O KADAR RADİKAL Mİ?
Fiziki olarak gelenekleri yıkıp kendine büyük gazeteler arasında yer açan Habertürk yayın anlayışında o kadar radikal değildi. Türkiye basınının özellikle son denem iyice “politika belirleyen” geleneklerinden biri haline gelen “fincancı katırlarını ürkütmeme” geleneği daha gazete kurulmadan Habertürk’ün belki de en büyük handikabı oldu. Emin Çölaşan ile anlaşan gazete daha sonra Çölaşan yazılarına başlamadan gazeteden gönderiliyordu. Çölaşan’a gazetede yazdırmaya cesaret edemeyen gazete imajını başka bir muhalif, Bekir Coşkun ile kurtarsa da belli bir süre sonra Bekir Coşkun’un da gönderilmesi Habertürk’ün de duruşta geleneksel kalıplardan öteye gidemeyeceğinin işaretiydi. Ancak zaten Habertürk’ün de mesela Sözcü gibi “Biz muhalefet yapacağız” diye katı bir iddiası yoktu ve o soru işaretleri belirene kadar kendisine merkezdeki yerini çoktan rezerve etmişti. Alo Fatih skandallarının gazeteden çok bir şey götürmemesi de, ortaya çıkan durumun medyanın genel işleyişine alışmış olan okur için sürpriz olmamasındandı. Okur, biliyordu ki bu tür “ilişkiler” rutindir.
BIÇAK SIRTINDA KANAMADAN DURMA MAHARETİ!
Türkiye, yeni Türkiye oldu olalı her dönem bir şekilde varlığını sürdürmüş olan kamplaşma zirve noktasına ulaştı ve bu durum kişilerden kurumlara herkesi öyle ya da böyle bir taraf olmaya zorladı. İşte bundan en fazla nasibini alanlardan biri de medya sektörü oldu. Medya organları yandaşlar ve Candaşlar olarak mevzilendi, sadece gazetecilik mevzisinde durmak isteyenler de ya buna kimseyi inandıramadı ya da o mevzisini kaybedip bir tarafa eklemlendi. İşte bu bıçak sırtı toplumsal kompozisyonda belki de yekten yandaş ya da candaş diye nitelenemeyecek gazetelerden birisi Habertürk oldu. Gün geldi yandaş olarak suçlandı, gün geldi Hükümet tarafından aleyhte çalıştıklarına dair eleştirildi, her iki taraf da memnun oldu, şikâyet etti. Ama gelinen noktada Habertürk, o bıçak sırtı dengede bir yerlerini koparıp atmadan durmayı. Zaman zaman dengeyi o ya da bu tarafa bozup bir yerlerini kanatıyor gerçi ama hepsi o kadar. Fatih Altaylı döneminde de böyleydi bu, Selçuk Tepeli döneminde de.
DEĞİŞMEYEN MAESTRO: KENAN TEKDAĞ
O bıçak sırtı dengenin kişiler değişse de korunabilmesinin ardında çok göz önünde olmasa da değişmez bir maestro vardı hep: Kenan Tekdağ. Gazetenin kurucu genel yayın yönetmeni Fatih Altaylı’dan üst düzey yöneticilere ve anlı şanlı yazarlara Habertürk’te zaman içinde bir yığın ismin değişmesine rağmen bıçak sırtı dengede ölümcül darbeler almadan yola devam edilebildiyse, sır değişmeyen maestroda gizlidir.
ÖNCEKİ GAZETE ANALİZLERİ…
Hürriyet… Posta… Radikal…
Milliyet… Vatan…
Sabah... Takvim...
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |