Gazeteciliğimin erken dönemleri. Daha el yordamıyla geçimimi gazetecilikle sağlamaya çalışıp, bir yandan da o gazetecilik şöhret ve fiyaka ise (Değildi tabii), işte size rol modelleri türünden isimlere bakıyorum.
Civaoğlu’nun ne kadar önemli bir gazeteci olduğunu işte o “gazeteciliğin anlamını arayan adam” modlarında, Milliyet’in birinci sayfasında haberini gördüğüm zaman anlamıştım. Haber şuydu: Civaoğlu top sakal bırakmış... Öyle ya. Demek ki o kadar önemli biriydi ki Milliyet gibi ciddi bir gazete (Evet, o dönemler ne kadar yanılgı içinde yüzdüğümü buradan hesap edin işte. Düşünün, Milliyet’i ciddi bir gazete olarak görüyordum!) önemli olmasaydı böyle bir haberi birinci sayfadan verir miydi?
Vermişti.
Ve takip ettim. Civaoğlu ne yapmıştı? Ne yazıyordu? Gözlerimi kapadığım zaman aklıma gelen bir gazetecilik başarısı, beynimi tırmalayan bir yazısı, “Ah, işte bu şekilde yazmalı” dedirtecek bir belagatı… Yoktu.
Sadece içerikten yoksun bir “entellik havası” (İşte entelektüalite ile entellik arasındaki iç içe geçmişlik ve entellerin entelektüalitenin ırzına geçmesi de tam bu noktaya denk düşüyor ama konuyu dağıtmayalım…), insanları etkilemeye yönelik kurulmuş bir duruş ve bu duruşu destekleyen giyimine gösterdiği özen ve İclal ve türevlerinde alıştığımız o “Burada yerim yok ama durmak zorundayım” diye bağıran, yerleştiği surattan kurulmak isteyen ama bir türlü kurtulamayan gülümsenin yer ettiği bir yüz ifadesi.
Tüm bunlar büyük gazeteci olmak için yetmeli mi? Tartışılır. Peki bizde yetiyor mu? Evet.
Her ne kadar yazıları o fiyakalı tavırları ve kıyafetleri gibi akılımızda kalmasa, yaptığı yorumlar zihnimizden cıva gibi kayıp gitse yada yapıldığı anda bile beynimizin algı yada bilgi bölümüne bulaşmadan geçse de, bir Güneri Civaoğlu vakası var.
Ne ciddi muhataplarına, içine bilgi yerleştirdiği ama birbiriyle karışan ve anlayabilen için yeterince traji-komik bir durum komedisi örneği olan soruları, ne “Bakın, her şeyden azat olan ben, her şeyin üstündeki ben, gün gelir John Nash ile ağır konular konuşurum gün gelir bir popçuyla magazin…” rahatlığı, ne de 9’uncu Senfoni’yi Mozart’a mal eden entelektüel donanımı bu vakaya helal getirmez.
Getirmedi…
Belki kaderin garip bir cilvesi olarak “Şeffaf Oda”, konuklarını değil ama Civaoğlu’nun yetkinliğini ve derinliğini oldukça şeffaflığıyla gözler önüne serecek ve medyanın magazin boyutunun geçen bu ciddi ömürle neler kaybettiğini gösterecekti.
Ama…
Civaoğlu, olduğu gibi oradadır. Orada kalacaktır. Çünkü sahte de olsa bir gülümseme çoğu şeye bedeldir. İclal Aydın neden on kıtada at koşturuyor ve aile boyu fetihlerde bulunuyor sanıyorsunuz?
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...