Her meslek grubunun bir “en üst kişisi” var. Mesela polisler en üstte İçişleri Bakanı’nı bilir. Bu mesleki ilişki bir taraftan da dayanışma demektir. Örneklerini görüyoruz. Polislere bir şey denecek, bir eleştiri getirilecek oldu mu herkesten önce İçişleri Bakanı siper olur, savunmaya geçer.
De…
Bu sistem her zaman böyle yürümüyor. Mesela Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer. Dinçer, göreve geldiği günden bu güne hiçbir milli eğitim bakanının olmadığı kadar gündemde. Her gün “devrim” niteliğinde bir değişiklik açıklıyor.
Olamaz mı? Olur tabii. Hele de her tarafı dökülen, bir türlü dikiş tutmayan bir bakanlığın başındaysanız tabi ki radikal kararlar almak zorundasınız. Dinçer de bunu yapıyor.
Fakat… Şu artık herkesin bir sır ki Dinçer öğretmenleri sevmiyor. Sık sık öğretmenleri rencide eden, gözdağı veren, neredeyse eğitim sistemindeki olumsuzlukların hepsini öğretmenlere yükleyen ve onları sorumlu tutan bir Milli Eğitim Bakanı profilini oturtmuş durumda. Eğitim camiasında “Öğretmen düşmanı Milli Eğitim Bakanı” olarak anılmaya başladı bile.
Ve…
Geçtiğimiz gün telekonferans yöntemi ile öğretmenlere seminer veren Dinçer öğretmenler tarafından protesto edildi. “Bizi dinlemeyen öğretmen düşmanı Bakan’ı biz de dinlemeyiz” dediler ve salonu boşaltıp Dinçer’in konuşması bitene kadar salona girmediler.
Bunda ne var demeyin. Hani memurları korkak biliriz, salla başı al maaşı tavırları dalga konusudur. Ama gördük ki hepsi öyle değilmiş. Gerektiğinde Bakan’a bile kafa tutabiliyorlarmış. Kendi iradelerini birtakım yönetmeliklere, amir korkularına ram etmiyorlarmış.
Bakan Dinçer “Ben nerede yanlış yapıyorum” diye sorar mı bilmiyoruz. Pek ihtimal de vermiyoruz açıkçası, kibri ve kaynağının nerede olduğunu bilmediğimiz “öğretmen” gıcığı buna engel olacaktır.
Ama şunu biliyoruz. O öğretmenler KAZANDI.