Fatih Altaylı Sabah Gazetesi’ne genel yayın yönetmeni olduğu zaman, yapacağı yenilikler arasında gazetecileri en çok heyecanlandıran konulardan birisi, artık muhabirlerin de köşe yazarları gibi ciddi paralar kazanabilmesi, yani adam yerine konması için yapacağı değişikliklere ilişkin sözleriydi. Bu, geçen zamanda sadece bir temenniden öteye geçememiş olsa da -düşünün, yayın yönetmenin bile bu garabeti düzeltmeye gücü yetmedi- “durumun” ortaya konması bakımından önemliydi.
Bilenler bilir; medyada muhabir-köşe yazarı ayrımı ve bu iki kesim arasındaki gizli çekişme, kapı arkası konuşmaların başlıca konusudur. İşi yapanın muhabirler olması ama gerek maddi gerekse adam yerine konma yada saygı duyma anlamında “gazeteci” olarak “muhabirlerin” değil “köşe yazarlarının” tercih edilmesi, hep “ne olacak bu medyanın hali” serzenişi ile birleşip, muhabirlerin “adam gibi gazeteci” olmak için “köşe kapmaya” çalışması ile kendi medya gerçekliğimizi yarattı.
İzlek şu: Muhabirlik ancak köşe yazarlığına giden bir yol ise muteberdir…
Tüm bunları sevgili Talat Atilla ile DYP’nin Denizli mitingini konuşurken tekrar anımsadım ve bu günahın, yaratıcıları ve aktörleri tarafından hiçbir zaman değiştirilmeyeceğini bir daha gördüm. DYP, köşe yazarlarını Denizli’ye özel bir arabayla götürürken muhabirler otobüsle yetiniyor, bu ayrım yine kaldıkları otelde de değişmiyordu. Köşe yazarları beş yıldızlı termal otelde özel odalarda ağırlanıyor, muhabirleri ise gören olmuyordu.
Söz sahipleri memnundu halinden. Düşünün; mesela Mehmet Ağar… Tabii ki köşe yazarlarına daha özel ihtimam gösterecekti. Çünkü memnuniyetleri, köşelerine direkt yansıyabilecekti. Ama muhabirler öyle bir lükse sahip mi? Öyle ya, muhabirler haberlerini yazarlar, editoryal denetimden sonra nasıl uygun bulunursa öyle girerdi haber.
Riske gerek yoktu yani.
Mesela köşe yazarları... Neden şikayetçi olsunlardı ki. Her şeyin en güzeli onlar için hazırlanıyordu. Ha, bir zamanlar muhabir olarak karşı oldukları duruma ses etmek mi?
Boşversenize.
Bu öylesine bir danışıklı dövüş yada al gülüm ver gülüm ki, haber kaynakları köşe yazarlarına çalışır, manşete çıkan haberlerde ağırlık paradoksal bir şekilde köşe yazarlarında olur… Ve sonra gelir bir genel yayın yönetmeni muhabirlik günlerini anımsayıp “Muhabirleri adam konumuna sokacak düzenlemeler yapacağım” diye nostalji yapar ama ötesine geçmez, bir başka çok önemli köşe yazarı sık sık azarlar muhabirleri, gidip neden haber yapmıyorsunuz diye. Ama sormaz tabii ki, muhabirler neden yaşam alanı bulamıyor, yada neden kimse muhabirleri adam yerine koymuyor diye. Haber kaynağının biraz da saygıdan beslendiğini önemsemez…
Anımsadım tekrar… Birkaç yıl önce merhum Bülent Ecevit hastalanıp Başkent Hastanesi’nde yatarken, o yağmur altında muhabirler günler boyu nöbet tutmuş ve haber geçmişlerdi. Ve fakat, gazeteci olmasıyla övünülen Bülent Ecevit, hastaneden çıkınca ilk röportajını bir köşe yazarına vermişti.
Ne hazin bir tablo değil mi?
Onun için boşverin Methodistler’in ruhlarını arındırmak için ara sıra kiliseye gidip sonra tüm arınmışlıklarıyla dünya işlerine geri dönmesi gibi sırf arınmak için periyodik aralıklarla “Muhabir sevicilik” yapmayı. Hatta yine aynı kaygıyla sık sık dünyadaki örnekleri sunup “Bakın bilmem nerede, adam kaç yaşında hala ben muhabirim diyor, bizde neden böyle değil” gibi timsah gözyaşlarını.
Eleştirmek en kolayı. Değiştirmek için ne yaptığınız önemli olan. Lehinize olsa bile kabul etmiyor musunuz size sunulan o muhabir-köşe yazarı ayrımını. Örneğin sevgili dostum Talat Atilla... Yıllardır işin muhabirlik ayağında benzer durumlarla onlarca ayrıma maruz kalmasına rağmen neden “Hayır” demedi kendisine sunulan o ayrıcalığa?
Ne dersiniz?
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |