E-posta :
  Şifre :
    ► Üye olmak istiyorum
    ► Şifremi Unuttum

Özgürlüğün Geleceği Yoksa; Gelecek Uzun Sürer 

Nasıl ki insan Tanrı’nın son sözü değilse, burjuva da insanın son sözü değildir. Biçim veren arzu olarak ve içsel sınırı olmayan emeğin biçim veren ateşinde bir dil sürçmesidir burjuva.

25.02.2012 - 16:43
Özgürlüğün Geleceği Yoksa; Gelecek Uzun Sürer

Nasıl ki insan Tanrı’nın son sözü değilse, burjuva da insanın son sözü değildir. Biçim veren arzu olarak ve içsel sınırı olmayan emeğin biçim veren ateşinde bir dil sürçmesidir burjuva. Toplumsal düşlerinin sonunun kutlandığı, yaşamın içeriğinin yadsındığı günümüzde boyun eğdirilmiş emeğin varlık tarzı olan işçinin şeyleştirildiği toplumsallıkta oluşun esinlediği eyleyiş kapasitesi çitlenmektedir. Fakat umut ilkesinin köklendiği hafıza fısıldamaktadır: Aşılmaz bir duvar yapılamazdır ve her yapının geometrisi yıkımının bilgisini de içerir.

Tereddüt anları, müphem kesinlikler ve göreli mutlak; aşkı, sanatı ve devrimi birer imge, kavram ya da edimin ötesinde, kişinin içsel sınırsızlığını temellendirir. Buraya köklenen ruhun bedeninin düşünüşünde, öyle bir paralaks oluşturur ki, artık ne leşçi burjuvazi, ne de onun gaddarca şaklayan kamçısı devlet, gözümüzü diktiğimiz ve bakışı, perspektifle terbiye edemez. Bakışın mülksüzleştiği yas çağına girdiğimizde, fetiş, klişe ve aşkın nesi varsa bu transparan, yamyamsı, röntgenci burjuva gözün pornografik varlık tarzı boşlukla aramıza giremez.

SUSKUNUN PATLAMASI
Özcan Alper’in ikinci filmi olan ‘Gelecek Uzun Sürer’, Sumru’nun sevgilisi Harun’a ağıdı salt sinema dilinin nosyonlar ile sınırlandırılmadan izlendiğinde, entelektüelin devrimciye, bilginin eyleme, duygunun ruha ödediği kefaret olarak da okunabilir. Hele ki Özcan’ın, sanatın epistemolojisinden ötede, ontolojisiyle haşır neşir oluşu ve düşünürken elini kalbinden ayırmaması dikkate alındığında, gerçekliğin olmamışlığına boyun eğmeyen, kan akıtmayan can alıcı bir yamuk bakış olarak ‘Gelecek Uzun Sürer’, kendi kavramlarını salgılayan sakin bir öfke, umutlu bir hüzün ve acının güzelleştirdiği bir ifade ekliyor yüzümüze. Öznenin gıdıklandığı bu kırılgan temasta zuhur eden ve düş-ünsel alet kutumuza eklenenlerle eylediğimizde; söylemek yapmaya, yapmak olmaya meyleder. Olmak ise, düşlerin diri diri gömüldüğü bu burjuva enkazda kımıldayan, fısıldayan hakikate kefaretimizi ödemenin biçimi de bizi yine sanat üzerinden devrime ayartacaktır.

Dünyayı tahakküm/iktidar üzerinden değil, mücadele/direniş üzerinden okuyarak, burjuva toplumsallığın içsel sınırını kat edip volkanik başkaldırıya, başlangıçtan önceki başlatıcı ilkeye sarkan bir öznellik içinden devrim kavramına bağlanabiliriz. Bu bağ, yer olmayan bir mesafe talep eder; mevcudiyete bilinenlerle musallat olan ve şeylerin düzenini bilinmeyenle lanetleyen ve sözü azat edip eleştiriyi geri kazanan kelam ruhta köklenmiş bir aklın düşüyle anlamın bilişsel atlasından taşarak etlenir; kendi uzamını salgılar. Bu salgının oluştaki temeli eksiğin yükü ve suskunun patlamasıdır. Eksiğinde derinleşen dilde anlam bir hakikat kırıntısıdır. Burjuva teolojisinde köklenmiş olan gaddarlık, çağı salt görüntüye mıhlamaktaysa da, kullandığı aygıtın dehşetinde beliren gölgelerde çağın lanetli kazıyıcıları peydahlanmaktadır.

Müphemlikten damıtılan ve bir yapı olmayan ifadenin dile geleni kat edip kendi beşiğine gömdüğünde göz de gördüğüne katılır. Etrafı olmayanın kat edildiği, odağı olmayana inildiği, tamlaşmanın çitlendiği ve devrimin bilincin ganimetine dönüştüğü zamana boyun eğmeyen anın ve nesnesini arayan sessizliğin ufku eşiğine değen bir ah kabilinden sadakatin dişleriyle hakikati ısırırız. İncitilmiş her duygunun karşılandığı öfkeli düşüncenin varlık alanına uyguladığı kuvvet, bir eşitlik talebini işaret eder. Bu işaretin karanlığında eşitlik talebi olmayan şiddet karşıtlığı ideasız idealizmdir. Varlığın içerdiği, henüz var olmama durumu, mevcudiyetin içsel sınırına işaret etmektedir. Acının kemirdiği güzellikte, özgürlüğe yönelen irade boşlukla ödüllendirilir ve mücadelenin salgıladığı alanda her nesnenin, esasında incitilmiş bir varlık tarzına ve iğdiş edilmiş perspektifte beliren bir görme biçimi olduğu açığa çıkar. Bu biçimin mimarisinde inşa edilen bilgiye esir düşen kişi, kendini cennette önemsiz biri olan melek imgesiyle ağulanır.

Mekânın burjuva biçiminde öz estetik bir kategoridir ve bu yüzdendir ki bu kategoriye teşne olmayan her yapıtın arzusu ve her arzunun yapıtı yıkım içerir. Arzu varlığa aittir; fakat varlığın sonlu oluşu onu varlıktan öteye taşır. Bu yüzden varlık kendisinden fazla bir şey içerir ve bu fazlayı eksik olarak yaşar. Var olandaki bu eksik, oluş olarak varlığın, koşulsuz zemini belirler. Koşullar, zeminsizliğe dönüştüğünde, göz kendine görünenin parçası olmayan bir bakış edinmek zorundadır. Bakışı mülksüzleştirmenin ve kişisel direncin siperindeki isyan halinde, yasanın ötesindeki kendilik ve yaşamın tümlüğü biçimlenir. Sonlunun bir niteliği olarak sonsuz, tüm yaratıcı yabancılığıyla saf şimdiki zamanı, maddesiz somutlukta ve tutkuya şirk koşan edimde, durumu ele geçiren bir söz gibi eksiksiz yalnızlıkta hiç açılmamış kanatların uzunluğu eklenir adımlara. Her adımda fark edilen zincirlerin engeli imkâna dönüşür.

Koşullar zemini yer olmaktan çıkardığında düş-ünmeye zaman kalmaz. Ontolojik uygunsuzluğumuz, bilişsel tereddüdümüz mekânın burjuva koşullanmışlığındandır. Koşulun sirayet edemeyeceği bir düş-ünce için (ki bu maddesiz somutumuzdur), zemine duyulan platonik aşka mıhlanmadan olay'a sadakatin yer'ini, Zaman'ı sabote edecek biçimde koşulların üzerine salmalıyız. Tekinsizin musallat olduğu mevcudiyette aşk, devrim ve sanat oluş'a sadakatin tutkusuyla çatlaklarda, boşluklarda mayalanacaktır. Söz, aşırılıkta zuhur eder ve kökendeki kadere sadakatiyle öteye taşır anlamı. Söz, ihlaldir: Konuşmanın şehveti başlangıçtan önceye meylettikçe, şehvet hiçliğe yaklaştırır bizi. Bu yüzden, sözün hiçbir biçimi aşırıya kaçmaz; en fazla susmaya yanaştırır anlamı ve anlam suskuya yaklaştıkça hakikat kımıldar ve tarar saçlarını düşlerin. Düş’ün dili ve hakikati, felaket içindeki uygunsuz sıçramalarda, çarklara kum atmayı sürdürür. Eyleyişin ütopyacı ölçüsüzlüğünde ilk kelam: Her burjuva bir suçludur. Varlığı, oluşu taşlaştıran bir duruma bağlıdır. Bir'in tutarsızlığında türeyen hayat bilgisi, yaşamdan geride hiçbir şey bırakmayan bir teolojidir. Ruhu laftır, sözün şehvetinden yoksundur. Bedeni obezdir, aşka yer bırakmaz mekânda. Mekânı, ötekine arzuyu imkânsızlaştıran mesafesizlikle doldurur.

Kelimeler sessizlikle saçaklandığında ilksel atalarımızın acısını yıldızlara uluduğu sesler işitilir: Devrim hiç değilse bir kefarettir. Biçimin olumsuzlanmasının biçimi yoktur. Olumsuzun biçimi, biçimi olumsuzlamaya yetmez. Taşınmaz bir eksiği çağıran boşlukta eşyanın düzeni enkaza dönüşür. Bu bir hiç değildir; hiç'in biçimi de bir varlık biçimidir. Biçimde varlık alanından kaçış yoktur. Kan akıtmadan can alıcı kuvvet uygulamaya sadakat gösterecek bir tanrıya ihtiyaç yoktur. Ezilenlerin nezaketince biçimlenen küfrümüz sanatın militanlarınca yaratma cüreti vermektedir. Kişi gördüklerinin münafığı olmadan, şirk koşmadan düşlerini, inandığı şeyi göremiyor. Gerçeğin öyle bir yorumu olmalı ki; hakikati tetiklemeli; dehşetin cesaret verdiği bir olay zuhur etmeli. Kıyılarını yanında taşıyan nehirler misali, kendini esirgemeli görüntüden; gerçeği yoksun bırakmalı kendinden. Bu, gerçeğe ketum olmakla, hakikate sadakat arasındaki diyalektikte duyumsanan eksiğin ve boşluğun sığmayacağı burjuva mekândan sarkarak dokunacağımız oluş içimize dolacaktır. Niyetini, tutkusunu, bilgisini ve düşünü bildiğim bu şey, hâlâ nasıl nesne kalabiliyor, oluşun orta yerinde... Ufkunu, eşiğini, çeperini, çekirdeğini kat edemediğim ben’deki bu boşunalık nasıl hâlâ nesneleşmiyor. Hayretimizi giderecek bir nesne var biliyorum; kendi krallığında kulübelere gözünü dikmiş: Orada, Şark’ın bekleyişinde tüneyen, kanatlı gece mahluklarıyız, kelam çalışıyoruz…

birgün

YORUMLAR
 Onay bekleyen yorum yok.
Üye girişi yapmadınız. Misafir olarak yorum ekleyebilirsiniz. Üye olmak için tıklayın.
  Yorumcuların dikkatine…

İmlası çok bozuk,
Büyük harfle yazılan,
Habere değil yorumculara yönelik,
Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan,
Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren,
Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen,

yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR.

Bu haber henüz yorumlanmamış...

KATEGORİDEKİ DİĞER HABERLER
Fehmi Koru'dan Turktime'a Müthiş Açıklamalar

(TURKTİME-ERSİN TOKGÖZ) - İşte gündelik hayatından ...

Bin Yıldır Felaketlere Rağmen Bir Aradayız
Yazar Koray Çalışkan’ın Murat Batgi ile senaryosunu yazdığı, '120' ve ...
Bu Neyin Kafası?
Heykeltraş Atanas Karaçoban, Kütahya Dumlupınar Üniversitesi’ne yaptığı ...
 
İnsani oOan Hiçbir Şey Bana Yabancı Değildir
‘Aşk Ve Devrim’ filminin yönetmeni Serkan Acar filminde, 68 kuşağının ...
Yağma Hasan'ın Böreği ya da Manzara Hakkı!
Manzaranın keşfi dediğimiz estetik ve görsel sürecin tarihi 17. yüzyıla ...
Madonna Biletlerine Yoğun İlgi
Cuma günü satışa çıkan biletlerin tüm Türkiye'den alıcısı var
 
Oscar Ödülleri Yarın Sahiplerini Bulacak
Oscar'ı kimin alacağı yönünde değişik tahminler yapılırken, ödülü alıp ...
Ameliyatla Boyu 15 Santimetre Uzadı
ABD’nin New York kentinde yaşayan ve boyunun kısa olmasından dolayı sıkıntı ...
İstersem Halil Sezai'den Beste Alırım
‘Çocuklar Gülsün Diye Derneği’nin Zonguldak Çaycuma’da yaptırdığı anaokulunun ...
 
SOSYAL MEDYADA TAKİP ET
FACEBOOK'TA TURKTIME
TWITTER'DA TURKTIME
 
KATEGORİLER
FOTO GALERİ
VİDEO GALERİ
ETİKETLER
  •KÜNYE
  •İLETİŞİM
  •REKLAM
 
 
  •Güncel
  •Siyaset
  •Dünya
  •Medya
  •Magazin
  •Spor
  •Kültür
  •Sağlık
  •Ekonomi
  •Dünya
  •Spor
  •Kültür
  •Ekonomi
  •Sağlık
  •Medya
  •Siyaset
  •Güncel
  •Dünya
  •Spor
  •Kültür
  •Ekonomi
  •Sağlık
  •Medya
  •Siyaset
  •Güncel
  •Aktüel
borsa istanbul
Gökhan Töre
Jose Mourinho
BBP
ütopya
ygs puan hesaplama
Emre Belözoğlu
Avustralya
Facebook