Türkiye’nin, İsrail’in Mavi Marmara saldırısının ardından BM Güvenlik Konseyinin kabul ettiği Başkanlık Açıklaması uyarınca, BM Genel Sekreterinin
talebiyle oluşturulan Soruşturma Paneline 1 Eylül 2010 tarihinde Ara Raporunu sunmuştu.
AA’nın elde ettiği Ara Raporun Özet bölümünde ilk olarak saldırı hakkında bilgi veriliyor. İsrail Silahlı Kuvvetlerinin 37 ülkeden sivil toplum
kuruluşlarının organizasyonuyla Gazze Şeridi’ne tescil edilmiş yardım malzemesi taşıyan altı gemilik çok uluslu ve çok dinli bir konvoya 31 Mayıs 2010 tarihinde
sabahın erken saatlerinde uluslararası sularda saldırdığı belirtilen özet bölümünde, saldırının İsrail kıyılarından 72 deniz mili açıkta gerçekleştiği, 600 sivil yolcu taşıyan Mavi Marmara gemisine yapılan saldırıda sekizi Türk, biri
ise Türk asıllı Amerikan vatandaşı, toplam dokuz sivilin öldürüldüğü, kırkı aşkın sivilin de yaralandığı hatırlatılıyor.
Raporun yine Özet bölümünde gemilerin yola çıkışı şöyle anlatılıyor:
"Türkiye’den yola çıkmış olan gemiler, tüm güvenlik kontrolleri, pasaport kontrolleri ve gemi güvenliği önlemleri mevzuata uygun şekilde gerçekleşmiş
olarak yola çıkmışlardı. Bu üç gemideki yolcular, bunların kişisel eşyaları ve büyük miktardaki insani yardım malzemesi de ayrıntılı bir şekilde denetlenmişti.
Kontrollerde ateşli veya başka kategoride silah bulunmamıştı. Bu gemilerin demir aldıkları Türk limanlarının tamamı, Uluslararası Denizcilik Örgütünün
Uluslararası Gemi ve Liman Tesis Güvenlik Kodu (ISPS) kapsamında tescilli limanlardır."
Aynı bölümde İsrail kuvvetlerinin "makineli tüfekler, lazer güdümlü tüfekler, tabancalar ve modifiye paintball tüfekleriyle donatılmış" olduğuna
dikkat çekilerek, İsrail kuvvetlerinin firkateynler, helikopterler, zodyak şişme botlar ve denizaltılarla destekli şekilde, "planlı ve kapsamlı bir saldırı"
gerçekleştirdikleri kaydediliyor. Saldırı daha sonra şu şekilde aktarılıyor:
"İsrail askerleri helikopterlerden gerçek mermilerle ateş açarak, daha hiçbir asker geminin güvertesine inmeden iki sivili öldürmüşlerdir. Saldırı
sırasında İsrail askerleri sivil yolculara karşı aşırı, rastgele ve orantısız güç kullanmışlardır. Yolcular, İsrail askerlerinin silahlı saldırısına karşı, silah
kullanmaksızın meşru müdafaa haklarını kullanmışlardır.
Geminin kontrolünü ele geçirdikten sonra da İsrail askerleri, temkin ve teenni göstermek yerine, fiziki ve psikolojik şiddete başvurmak suretiyle,
yolculara zulmetmeyi sürdürmüşlerdir. Yolcular dövülmüş, yumruklanmış, diz ve dirsek darbelerine maruz bırakılmış, su, yiyecek ve tuvalet ihtiyaçlarını gidermekten mahrum edilmiş, kelepçelenmiş, saatlerce güneşin altında bırakılmış
ve sözlü saldırılara uğratılmıştır."
-YOLCULARA KÖTÜ MUAMELE-
Raporda İsrail’in Aşdod Limanı’na on saat süren yolculuktan sonra dahi, yolcuların çoğunluğunun kelepçeli kaldığı belirtilerek, "Bazıları soyularak
aranmış; kadınlar cinsel açıdan aşağılayıcı muameleye tutulmuş ve bunlardan biri çok defa soyunmak zorunda bırakıldığı gibi, bacaklarının arasına bir metal
detektörü yerleştirilmiştir" denildi.
Bütün yolcuların kendilerini suçlayıcı ifadeler imzalamaya zorlandıkları, avukat veya konsolosluk memurlarıyla temas ettirilmedikleri, ayrıca, zamanlı ve
yeterli tıbbi yardımdan da mahrum bırakıldıkları belirtilerek, yolculara yeterli yiyecek verilmeyerek, aşırı soğuk veya sıcak olan dar alanlara yerleştirildikleri
ifade edildi.
İsrail makamlarının yolcuların tüm kişisel eşyalarına el koyduklarının hatırlatıldığı raporda, "Kişisel eşyalara gayrimeşru şekilde el konulduğu gibi, saldırıya ışık tutacak önemli deliller de ya tahrip ya da tahrif edilmiştir" denildi.
Saldırıda öldürülenlerin cenazelerinin tamamen yıkandığı ve Türkiye’ye beraberlerinde ne tıbbi, ne de otopsi raporları olmaksızın gönderildikleri
belirtilerek, şu noktalara yer verildi:
"Aşdod Limanı’nda 66 gün tutulan Mavi Marmara gemisi de tamamen yıkanmış, kan lekeleri temizlenmiş, kurşun deliklerinin üzerleri yeniden boyanmış, gemi
kayıtlarına, seyir defterine, bilgisayar aksamına ve gemicilik belgelerine el konmuş, kapalı devre kameraları tahrip edilmiş, bütün görsel kayıtlar da
muhtemelen imha edilmek veya sızdırılmamak üzere alıkonmuş şekilde Türkiye’ye gönderilmiştir."
-ULUSLARARASI HUKUK BOYUTU-
Ara Raporun Özet bölümünde saldırıya ilişkin detayların anlatılmasının ardından da bazı hususlara dikkat çekildi.
"Mavi Marmara’da dokuz sivil yolcunun öldürülmesi her şeyden önce İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde ve İsrail’in 1991 yılında taraf olduğu
Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nde (ICCPR) kayıtlı yaşama hakkının bir ihlalidir" denilerek, uluslararası hukukun, yaralılara ve yolculara
reva görülen kötü muameleyle de çiğnendiği vurgulandı.
İsrail güçlerinin ayrıca işkenceye başvurduğu, aşağılayıcı ve insanlık dışı muamelede bulunduğu, yolcuları mahremiyet, bedensel güvenlik ve adil
yargılanma da dahil olmak üzere temel insan hak ve özgürlüklerinden zorla mahrum bıraktığı ve gerek fiziki, gerek psikolojik baskıya tabi tuttuğu belirtilerek,
bütün bunların ICCPR’ın işkence ve kötü muameleyi yasaklayan 7’nci maddesinin ve İsrail’in yine 1991’den bu yana taraf olduğu İşkenceye ve Sair Zalimane, İnsanlık
Dışı veya Aşağılayıcı Muameleye Karşı BM Sözleşmesi’nin (CAT) kaba ihlalleri olduğu bildirildi. Bu fiillerin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3’üncü maddesine de aykırı olduğuna işaret edildi.
Raporda seyrüsefer hakkına ilişkin olarak da şu ifadeler yer aldı:
"İsrail’in uluslararası yardım konvoyuna uluslararası sularda saldırması,
seyrüsefer hürriyetinin ve açık denizlerde seyrüsefer güvenliğinin ihlalidir.
Açık denizlerde seyrüsefer serbestisi uluslararası teamülü hukukun temel unsurları arasında yer almaktadır. 1958 Açık Denizler Sözleşmesi ve 1982 BM Deniz
Hukuku Sözleşmesi, açık denizlere ilişkin hürriyetlerin genel kabul görmüş uluslararası kurallarını kodifiye etmiştir. Bandıra devletinin münhasır yargı
yetkisi, açık denizlere ilişkin hürriyetlerin önemli bir unsurunu teşkil etmektedir."
-SAN REMO EL KİTABI-
1958 ve 1982 Sözleşmelerinin bir savaş gemisinin yabancı bir gemiye, kargosuna el koyma ve yolcularını tutuklama hakkını, yabancı geminin korsanlık
yapması haliyle sınırladığına dikkat çekilerek, şunlar kaydedildi:
"San Remo El Kitabına göre, yardım malzemesi taşımak da dahil olmak üzere, insancıl görevler yürüten gemilere saldırılamaz. Mavi Marmara ve
konvoydaki diğer gemiler, Gazze Şeridi’ndeki sivil halkın varlığını sürdürebilmesi için yaşamsal olan insani yardım malzemesi taşımaktaydı. Konuya bu açıdan bakıldığında, İsrail güçlerinin uluslararası sularda denizcilik
yasaklarıyla ilgili müesses kurallara uymadıkları görülmektedir. Başka bir ifadeyle, İsrail’in davranışı hukuk dışıdır.
İsrail’in Gazze Şeridi’ne 31 Mayıs 2010 tarihi itibariyle uyguladığı
abluka da San Remo El Kitabında kayıtlı ablukaya ilişkin uluslararası prensipleri ihlal etmiştir. İsrail ablukası, askeri hedefleri bağlamında aşırı bir nitelik
taşımış, ayrıca çok sayıda BM kuruluşunun yanı sıra uluslararası toplum tarafından da belgelenmiş olduğu üzere, sivil halk üzerinde orantısız baskıya yol
açmıştır. BM Güvenlik Konseyi, BM Acil İnsani Yardım Mekanizması OCHA, Dünya Gıda Programı, Uluslararası Kızılhaç Komitesi, Dünya Bankası, BM İnsan Hakları Yüksek
Komiseri, BM Mülteciler Yüksek Komiserliği ve BM Kalkınma Programı Gazze’deki insani durumu korkunç, kabul edilemez ve sürdürülemez olarak nitelemiştir."
Türkiye’nin raporunda çok sayıdaki saygın gözlemcinin de İsrail’in ablukasını "gayrimeşru" ilan ederek, "sivilleri toplu cezalandırma" teşkil
etmesinden dolayı kaldırılması gerektiğini savunageldiği hatırlatılarak, ablukanın meşru deniz ablukalarına ilişkin uluslararası kurallardan süre ve
kapsamının belirtilmesi gibi gereklerini de yerine getirmediği bildirildi.
İsrail’in Gazze Şeridi’nde işgalci kuvvet konumunda olduğunun anımsatıldığı raporda, "Bu durumda, Gazze Şeridi’ne deniz ablukası uygulaması da
hukuki bir hiçlik teşkil etmektedir. Bir Devlet, işgali altındaki bir kara parçasına abluka uygulayamaz. Dolayısıyla, İsrail’in ablukası ve buna bağlı
olarak getirdiği tüm yasaklama ve kısıtlamalar gayrimeşrudur" denildi.
Raporun Özet bölümünün sonunda ise şu ifadelere yer verildi:
"Son olarak, uluslararası hukukun en temel ilkelerinden biri, uluslararası yükümlülüklerini ihlal eden devletlerin hatalarını telafi ve yol
açtıkları zararları tazmin etmelerini emretmektedir."
Türkiye’nin BM’nin Soruşturma Paneline sunduğu Ara Raporun Sonuç bölümünde, İsrail’in insani yardım konvoyuna saldırısının 9 sivilin uluslararası
sularda öldürülmesine yol açtığı hatırlatıldı.
İnsani yardım konvoyunun farklı ülkelerden gelen ve farklı dinleri temsil
eden 600 dolayında sivilden oluşan barışçıl bir girişim olduğu, amacın Gazze
halkına çok ihtiyaç duyduğu yardımları ulaştırmak olduğu kaydedilen raporda, "31
Mayıs 2010 tarihinde uluslararası sularda cereyan eden olayların hukuki boyutunu
doğru şekilde saptayabilmek için, İsrail’in konvoya saldırısının hemen
öncesindeki fiziki ve psikolojik ortamın tam olarak anlaşılması önem
taşımaktadır" denildi.
Raporda daha sonra şunlar kaydedildi:
"İlk olarak Mavi Marmara’ya bakılacak olursa, bütün yolcuları sivillerden
oluşmaktaydı. Tespitlere göre, gemide ateşli silah bulunmamaktaydı. Buna karşın,
İsrail güçleri çok iyi eğitilmiş özel birimlerden oluşmaktaydı ve en yeni
teknolojiyle üretilmiş silahlarla tepeden tırnağa donatılmışlardı. General
Aşkenazi’nin Turkel Komisyonuna verdiği ifadede belirtmiş olduğu üzere, bu
kuvvetler saldırıyı dikkatle planlayıp hazırlamış ve hatta Mavi Marmara’ya benzer
bir gemide bir de saldırı tatbikatı gerçekleştirmişlerdi.
İsrail saldırısı, saat 04.00’ten itibaren sivil bir konvoya karşı
başvurulabilecek her türlü yöntemi kapsayan fiziki sindirme ile başladı. Saldırı
için henüz karanlığın hüküm sürdüğü bir saatin benimsenmesi, bir yandan yolcuları
korkutmak ve sindirmek, diğer taraftan da olumsuz bir biçimde medyaya haber
olmamak saikleriyle belirlenmiş, bilinçli bir tercihti. Kullanılan aşırı askeri
güç Black Hawk helikopterlerinden, savaş gemilerinden, denizaltılardan, zodyak
botlardan ve konvoya güneşin henüz doğmamış olduğu erken saatlerde baskın
şeklinde saldıran makineli tüfekli ve el bombalı, iyi eğitimli askerlerden
oluşmaktaydı. Ayrıca, geminin uydu haberleşmesinin engellenmesi de açık denizdeki
600 yolcunun hayatını tehlikeye atmıştı."
İsrail’in direnişe yol açacağı baştan belli olan bir gerginliğe yol
açarak, sonra da gösterilen direnişi sivilleri öldürüp yaralaması için bahane
olarak ileri süremeyeceği belirtilen raporda, İsrail askerlerinin korku, panik ve
direniş ortamını yumuşatmak bir kenara, "aşırı, zalim ve planlı bir tutum"
sergiledikleri bildirildi.
"Almış oldukları eğitim ve tecrübeye bakıldığında, İsrail askerlerinin Mavi Marmara’daki sivillere karşı gerçekleştirdiklerinden çok daha farklı ve çok
daha yüksek bir davranış standardı sergilemeleri beklenirdi" denilen raporda, İsrail askerlerinin hukuk dışı eylemlerinin sorumluluğunu, saldırı nedeniyle
haklı olarak korkuya ve paniğe kapılmış olan yolculara yüklemesinin mümkün olmadığına işaret edildi.
-SALDIRININ İKİNCİ AŞAMASI-
Sonuç bölümünün Saldırının İkinci Aşaması ara başlığını taşıyan kısmında saldırının diğer detayları şöyle anlatıldı:
"Görgü tanıklarının ifadelerine göre ilk iki yolcunun ölümü, helikopterlerden açılan ateş neticesinde ve henüz hiçbir İsrail askeri daha
gemiye inmemişken üst güvertede cereyan etmiştir.
İsrail askerlerinin yolculara karşı gerçek mermilerle açtığı ateşin yoğunlaşmasıyla birlikte güverteye bir karmaşa ortamı hâkim olmuştur. İsrail
askerlerinin bu noktadan itibaren kimi rastgele, kimi nişan alınarak bir kurşun yağmuru açtıkları anlaşılmaktadır. Görsel kayıtlar, İsrailli askerlerin
kullandıkları tüfeklerin lazer ışınlarını göstermektedir. Tıbbi raporlar, öldürülen yolculardan bazılarının ya yakın mesafeden ya da yukarıdan açılmış
ateşle vurulduğunu ortaya koymaktadır. Öldürülenlerin vurulmayı haklı gösterecek bir tehdit teşkil ettiğine dair tek bir delil yoktur. Örneğin Cevdet Kılıçlar,
alnının ortasından vurulduğu sırada fotoğraf çekmekteydi. Ayrıca öldürülenlerden hiçbirinin üzerinde silah da bulunmamaktaydı."
-SALDIRININ ÜÇÜNCÜ SAFHASI-
Saldırının Üçüncü Safhası başlığı altında da İsrail askerlerinin gemiyi ele geçirmesinin ardından yaşananlar aktarıldı.
İsrail askerlerinin gemiyi ele geçirdiklerinde temkin ve teenni göstermek
yerine, yolculara fiziki ve psikolojik şiddet yoluyla zulmetmeyi sürdürdükleri,
bunu da direndiği öne sürülenlerle sınırlı tutmayıp tüm yolculara yaptıkları
belirtildi. "Yolcular dövülmüş, yumruklanmış, diz ve dirsek darbelerine maruz
bırakılmış, su, yiyecek ve tuvalet ihtiyaçlarını gidermekten mahrum edilmiş,
kelepçelenmiş, saatlerce güneşin altında bırakılmış ve sözlü saldırılara
uğratılmıştır" denilen raporda, bu davranışın toplu cezalandırma anlamına
geldiği, ibret ve ceza amaçlı, işkence niteliğindeki bu davranışı haklı
gösterecek hukuki veya başka hiçbir neden bulunmadığı bildirildi.
Raporda yolcuların yaşadıkları şöyle anlatıldı:
"600 yolcunun acıları, bu vahim ve insanlık dışı şartlar altında cereyan
eden on saatlik yolculuklarının sonunda vardıkları İsrail’in Aşdod Limanı’nda da
sürmüştür. Yolcuların çoğunluğu kelepçeli bırakılıp, soyularak aranmış; kadınlar
erkek İsrail askerlerince cinsel açıdan aşağılayıcı muameleye tutulmuştur. Bir
kadın gazeteciyi birden fazla defa soyup bacaklarının arasına bir metal detektörü
yerleştirilmesini makul gösterecek hiçbir hukuki veya ahlaki dayanak
bulunmamaktadır. Bu, hiçbir şekilde kabul edilemez bir muameledir.
Tanıklar, sayılamayacak kadar çok kötü muamele hadisesi nakletmektedir.
Bütün yolcular kendilerini suçlayıcı içeriğe sahip olduğu anlaşılan İbranice
belgeler imzalamaya zorlanmıştır. Avukatla veya konsolosluk görevlileriyle
görüşmelerine izin verilmemiştir. Uygun ve zamanlı tıbbi yardımdan ve yeterli
yiyecekten mahrum bırakılmışlardır. Aşırı soğuk veya sıcak, dar alanlara
hapsedilmişlerdir. Kadınlardan biri küçük bir metal kafese yerleştirilmiştir. Bu
muamelenin yegâne amacı yolcuları cezalandırmaktır. İsrail’in, yolculara
karşı bu hukuk dışı muamelelerini güvenlik veya kolluk ihtiyaçlarıyla veya
hukuken makbul başka hiçbir gerekçeyle izahı mümkün değildir."
-DELİLLERİN TAHRİF EDİLMESİ-
İsrail’in, gazeteciler de dahil olmak üzere, bütün yolcuların kişisel
eşyalarına el koyduğu hatırlatılarak, "İsrailliler, kişisel eşyalara gayri meşru
şekilde el koymanın ötesinde, 31 Mayıs 2010 olaylarına ışık tutacak önemli
delilleri de bilinçli olarak ya tahrip ya da tahrif etmişlerdir" denildi.
Öldürülenlerin cenazelerinin tamamen yıkandığı, barut kalıntılarından
arındırılmış ve Türkiye’ye beraberlerinde ne tıbbi, ne de otopsi raporları
olmaksızın gönderildikleri kaydedilerek, Aşdod Limanı’nda 66 gün tutulan Mavi
Marmara gemisinin de tamamen yıkandığı, kan lekelerinin temizlendiği, kurşun
deliklerinin üzerlerinin yeniden boyandığı, gemi kayıtlarına, seyir defterine,
bilgisayar aksamına ve gemicilik belgelerine el konduğu, kapalı devre
kameralarının tahrip edildiği, bütün görsel kayıtların da muhtemelen imha edilmek
veya sızdırılmamak üzere alıkonmuş şekilde geminin Türkiye’ye gönderildiği
bildirildi.
VATAN
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...