TURKTIME’IN MANİFESTOSU…
Önce bir tespit yapalım.
Şöyle bir devlet işleyişimiz vardı: Kürt kelimesini açıkça telaffuz etmek hapse girme nedeniydi.
Kürtçe’yi değil yazışmalarda kullanmak, konuşmak bile cezalandırılan bir eylemdi.
Kürtler zaman zaman faili meçhul cinayetlerin kurbanıydı.
Kürtlerin yoğunlukla yaşadığı Güneydoğu devlet adına hareket ettiğini iddia eden çetelerin açık bir av alanıydı.
PKK’ya yardım ve yataklık gerekçesiyle Kürt köyleri boşaltılıyor, ormanlar yakılıyor, insanlar hak etmedikleri muameleye tabi tutuluyorlardı.
Öyle milattan öncesinden bahsetmiyoruz. Bu tablo bir 10 yıl geriye gidersek karşımıza çıkar.
Peki, şimdi durum ne?
Devlet yukarıda saydığımız tüm o tablodan dolayı özür diliyor. Diyarbakır cezaevinde yaşananların bir resmi cinnet olduğunu açıkça itiraf ediyor.
Bizzat devlet televizyonu 24 saat Kürtçe yayın yapıyor.
Başbakan açıkça Kürt halkı diyor.
Üniversitelerde Kürdoloji enstitüleri kuruluyor. Kürtçe ders olarak okutuluyor.
Kürtçe kursları rahatça açılabiliyor.
Meclis’te Kürtçe konuşma yapılıyor, kimse konuşmacıyı linç etmiyor.
Davetiyeler Kürtçe bastırılıyor, belediyeler tabelaları Kürtçe asabiliyor.
Kürtlere yönelik bir zamanların rutini olan faili meçhul cinayetler neredeyse son buldu.
Peki, tüm bunlar nasıl oldu?
Devlet aklı karar verdi çünkü. Baskıyla, salt askeri tedbirlerle, yok sayarak yıllardır kanayan yaranın sağaltılamayacağını gördü ve on yıl önce hayal bile edilemeyecek adımları attı.
Bu; sadece siyasi iktidarın kararı değildi elbette. Her ne kadar farklı sesler çıksa da toplumun büyük bölümü destekledi bu adımı.
Onca şehit ailesi sırf bu acı dinsin diye oğullarının katilinin el bebek gül bebek beslenmesini sineye çekti.
Ülkücüler tüm kışkırtmalara rağmen sokaklara inmedi. Asker yeni döneme uygun pozisyon aldı. Medya, demokrasi dedi, tarihinde görülmemiş bir şekilde pozitif ayrımcılık yaptı.
Ama herkes elini taşın altına sokarken sadece bir tek kesim ısrarla yarayı kaşıdı, kışkırttıkça kışkırttı, her gelişmeye uygun yeni bir provokasyon buldu, süreci baltalamak için ne gerekiyorsa yaptı.
Tehditle, baskıyla, korkutmayla dayattıkları “Kürtlerin temsilcisi biziz” rantını kaptırmak istemeyen ve şimdi bir siyasi parti görüntüsü altındaki provokasyon grubu…
Çocukların eline taş verip polisin üstüne saldılar…
Dokunulmazlık zırhının arkasına sığınıp her biri toplumun başka bir sinir ucuna dokunan tahrik açıklamaları yaptılar…
Normalleşmede aşama kaydedildikçe normali anormale çevirmek için çırpındılar…
Kah teröristleri övdüler, kah korudular…
Güya Kürtler için mücadele ediyorlardı ama Kürtler kazandıkça kahroldular…
Kahroldukça tüm toplumu kahredecek çıkışlar yaptılar…
Tek dertleri var çünkü. Yıllardır Kürt sorunu üzerinden yedikleri rant bitmesin.
Kürtler ezilmeye devam etsin ki Kürtleri haklarına kavuşturma adına kendilerine sağladıkları ayrıcalıklı konum son bulmasın. Yeni ağalık pozisyonları hep sağlam kalsın.
İşte o yüzden nasıl ki açılımın en hız aldığı dönemde Habur tertibiyle süreci bıçak gibi kestilerse şimdi de Demokratik Özerk Kürdistan inatlarıyla kaşıkla toplananı kepçeyle dağıtmak için and içiyorlar.
En şahini de aynı en güvercini de.
Hepsi aynı kaptan yiyor ve necasetlerini hem Kürtlere hem de Türklere atıyorlar. Ola ki pislikleri iki tarafa da bıkkınlık verir ve koskoca bir lanet olsunla her şey eskiye döner.
Siz kardeşinize, sabah akşam, "Biz kardeşiz" der misiniz?
Ya da demeniz gerekir mi?
Özal, "Federasyon tartışılabilir" derken, Mesut Yılmaz, "AB'nin yolu Diyarbakır'dan geçer" demedi mi?
Demirel, "Kürt realitesini tanıyorum" derken, Başbakan Erdoğan, "Kürt halkı" ifadesini kullanmadı mı?
Ya MHP?
"Asacağım" dediği Öcalan'ın siyasi temsilcilerinin elini sıkmadı mı?
Ya kurultayların partisi?
Son dönem işi o kadar abarttılar ki; PKK'lıların avukatını CHP'nin en üst organlarında baş tacı ettiler.
Türkiye işte böyle yönetildi, yönetiliyor.
Hiç biri, hiç birimiz masum değiliz...
Ya AB?
Sık sık AB'den gelen siyasetçilerin Diyarbakır'ı ziyaret etmesinin, "Ankara'nın dışında başka bir başkent daha var" demekten, dedirtmekten başka bir amaçları olabilir mi?
Saflıkta bir yere kadar.
Ama yeter…
Sırf siz egemen konumunuzu sürdüreceksiniz diye hiç kimse daha fazla tavizi kaldıramaz.
Demokratikleşme, tamam…
Yapılan hatalardan dönmek, eyvallah… Ama hoşgörü bir yere kadar.
Bir özrün bedeli bu toprakları bölmeye bile ses çıkarmamak olabilir mi?
Demokratikleşme demek üniter yapıdan vazgeçmek olabilir mi?
Pozitif ayrımcılık edepsizliğin kabulü olabilir mi?
Asla…
Uyarıyoruz: Edepsizliğin lüzumu yok.
Herkes aklını başına toplasın.
TURKTIME
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
|
|||||
|
Bunlar da ilginizi çekebilir...